Esnaf oyuncu değilim
Tolga Karel dendiğinde aklınıza ne geliyor?! Hafızanızda yer alan görüntülerin büyük kısmını yok sayın. Tolga Karel oyunculuk eğitimi almış, gitar ve piyano çalıp beste yapan, şarkı söyleyen genç bir adam. Sahip olduğu kültürün yanı sıra yakışıklılığı, cana yakınlığı ve mütevazılığı da cabası..
Bakmayın, Ebru Gündeş’e verdiği şarkıda geçen “Söyleyin, bir daha anmasın adımı” cümlesine. Tolga Karel’in adını bundan sonra sıkça anacaksınız.
Bir başka gözle Tolga Karel’i izlediğin zaman, oyunculuğunu nasıl buluyorsun? Kendini nasıl eleştiriyorsun?
Bu bir yol. Bir rol oynuyorsunuz. Her oynadığınız karakterde yaşınız da büyüdükçe oyunculuğunuz tabii ki olgunlaşıyor. Usta aktör, 50–55 yaşında neden deriz? Zaman içinde bir yere getirirsiniz bir şeyleri. Ben de 28 yaşındayım. Biraz daha olgunlaştığım bir dönemde oynadığım bir rol Oğuz karakteri, Yaprak Dökümü’nde. Daha başarılı buluyorum oyunculuğumu bu anlamda. Kötü bir karakter, kötü bir adamı oynamak sinemada da, dizi filmde de çok zor iş çünkü çok dominant bir karakter. Benim çok dışımda bir şey, oynamak da açıkçası zor. O yüzden kendimi başarılı buluyorum.
Rolünle ilgili olarak nasıl tepkiler alıyorsun? Oğuz karakteri olduğuna inananlar var mı?
Oynadığım karaktere inanmasalar, o zaman izlenmeyiz. Ben dışarıda şu ana kadar dışarıda hiç depresif ya da etkin bir tepki almadım. Hep ‘Çok iyi oynuyorsun,’ ‘Başarılı gidiyor,’ diye güzel tepkiler geldi. Bir de Tolga Karel’in çıkışı ile Oğuz’un çıkışı aslında aynı döneme denk geldi, popüler olmak ve şöhret olmak anlamında da.. O yüzden insanlara müzikal yönümü de gösterdiğim için zannediyorum çok da fazla içine kapılmadılar Oğuz karakterinin çünkü o dönem ve bu dönem itibariyle pek çok yönümü gösterebildim, özellikle son altı ay içerisinde.
Oyunculuk nasıl başladı?
Oyunculuk, Yeditepe Üniversitesi Siyasal’dan sonra yurtdışına gidip, burslu olarak Paris’te konservatuar okumamla başlamıştır.
Oyunculukta kariyer hedefin nedir? Nerede anılmak, hangi rolleri zorlamak istiyorsun?
Benim hayatı zorlayan bir tarzım olduğu için rolleri zorlamam kaçınılmaz bir gerçek şüphesiz ama şu var: Hayat bana direkt olarak hem alaylı gibi bakabilmeyi hem de akademili olmayı yaşattı. Akademili olmama rağmen işin mutfağından da yetişmiş bir adamım. Dolayısıyla bundan sonra daha da zorlayan karakterleri seçeceğim zaten. Keza yaptım da.. Çağan Irmak’ın yazdığı ve dört ayrı yönetmenin çektiği ‘Kâbuslar Evi’ serisi’nin altıncısında başrol oyuncusuyum. Orada çok zor bir karakterim vardı. Bir plasentanın büyümüş halini oynadım. O rol için vücudumdaki bütün kıllar, saçlar, her şey kazıtıldı. ‘Karanlıktan Gelen, 6. Seri.’ Tanıyamayacaksınız beni. [Gülüyor.] Ağustos’ta çekildi geçen yaz. Çok sıcaktı. Silikon bir madde ile kaplandım 1,5 ay, sesli çekildi. Çok zor bir performanstı. Bittiği zaman ben de bitmiştim. İki hafta cilt tedavisi gördüm. Gerçekten 3,5 saatte yapılan ve 2 saatte çözülen bir makyaj. Zor işti ama zorlamayı seviyorum. Marjinal ve uç karakterler daha çok çekiyor beni açıkçası. Bundan sonra da böyle olacaktır galiba.
Yakışıklı olmanın sinemadaki artıları ya da eksileri nelerdir?
Çok güzel bir soru. Sinemada ve ekranda yakışıklı olmak demeyelim de iyi fotoğraf vermek, diyelim. Mesela karizmatik de olabilirsiniz, Al Pacino gibi örneğin. Mühim olan o elektriği, o enerjiyi yakalamak. Yoksa sokakta bir sürü yakışıklı erkek ve güzel kadın var. Ben kendimi hiç yakışıklı ya da çok güzel adam olarak değerlendirmedim. Sadece bir enerjim olduğunu ve onu da ekrana yansıtabildiğimi düşünüyorum. Bu bir avantajsa tabii ki büyük bir avantaj.
Jönler ve karakter oyuncuları var. Hem yakışıklısın hem de oyunculuk eğitimi alıyorsun. Bu listenin neresindesin?
Bu da çok güzel bir soru. Ben olaya hiçbir zaman jön oyuncu olarak başlamadım. Yakışıklı adam jöndür falan ama karizmatik jönler de var aslında.
Yakışıklı jön oyuncu musun, karakter oyuncu musun?
Karakter jön oyuncusu gibi değerlendiriyorum kendimi çünkü tek tip jön anlayışına asla katılmıyorum ben. Fotoğraf veren adam olmak var. Örnek, dizi yapan arkadaşlarımız.. O tarz; çok daha hareketli rolleri seviyorum. Onun için hem jönlük var hem de karizmatik, karakteristik özellikler de var. Hepsini istiyorum. İkisini de istiyorum. [gülüyor] Tek bir tarafta yokum ben.
Yeni nesilden beğendiğin oyuncuları öğrenebilir miyiz?
Nurgül’ü [Yeşilçay] başarılı buluyorum son dönemde. Hakikaten yurtdışında da güzel bir şeyler yapmaya çalışıyor. Yurtdışına ben de çıkacağım bir ay sonra, Fransa’ya. Monica Bellucci ve Jean Reno ile film çekeceğiz. Sonuçta bu aktörler ve aktrisler tek başına, devlet gücü yok. Nurgül Yeşilçay da tek başına yurtdışını zorluyor, Mehmet Günsur İtalya’da keza öyle bulunuyor. Bunlar takdire şayan durumlar. Ben de öyleyim; yurtdışındaki ajanslarımla devamlı bağlantıdayım. Çok taktir ediyorum yurtdışını zorlayan insanları çünkü bunlar kişisel yürüyen devlet veya sponsor desteği olmayan atılımlar. O yüzden hakikaten çok önemli bir oyuncu için sadece Türkiye’de oyunculuk yapmamak. Bence Nurgül Yeşilçay bu anlamda son 25 senenin belki de en önemli aktrisi diyebilirim.
Yaprak Dökümü ile ilgili ne söylersin? Çekimleriniz nasıl geçiyor?
Yaprak Dökümü, çok güzel bir aile dizisi. Biz de aile gibi olduk zaten. Zor, vallahi zor. 10 ay hiç durmadan bir iş yapıyorsunuz, bir zaman sonra oradaki insanları daha fazla görür hale geliyorsunuz. Çok güzel bir enerji var setin içersinde. O enerjinin de hikâye ile birlikte ekrana yansıdığını düşünüyorum. Birlikte oynadığım bütün oyuncu arkadaşlarım gerçekten çok güzel yapıyorlar işlerini.
Tolga Karel’den çıkıp Oğuz’u bir karakter olarak gördüğünde onun hakkında ne düşünüyorsun?
Oğuz karakteri dedim ya çok dominant bir karakter. İktidar sahibi olmayı seven, zaman zaman çok nadir de olsa duygularını gösterebilen ama acımasız, sert bir adam. Oğuz’da JR tarzı var yani. Bu tarz net karakterler kolay unutulmaz. Dallas dediğin zaman aklına ilk JR gelir ama orda bir sürü karakter vardır. Benim karakterim kitapta bir buçuk, iki sayfa. ‘Sansar’ diye geçer. Karakter iki sayfa olmasına rağmen genele yayıldı çünkü iyi bir şey yaptık demek ki, sağ olsunlar, bunu seyirci istedi. Oğuz karakteri, diziyi yaşadığı iki aşk arası durumuyla, diğer konularıyla kavradı. Bu da zannediyorum hakikaten işimizi iyi yapmamızdan kaynaklanıyor.
Yaşadığı aşk mı peki?
Nejla ile aşk vardı ama öbür kardeşiyle evlenmek zorunda kaldı. Sonra yapamadı. Başta çok çapkın, hovarda bir adamdı.
Peki, bu adamın sonu iyi olur mu, düzelir mi?
Adama kilitlenmemek lazım çünkü orada anlatılan bir aile hikâyesi var. Enteresan bir şey daha söyleyeyim; hikâyede daha ilk bölümden beri; otuz sekiz bölüm çektik, otuz dokuz daha çekeceğiz; başından beri tek sonunu, karakterine ne olacağını bilmeyen adam benim.
Aşk insanı değiştirir mi yoksa aşk, insanın içinde gizli kalmış şeyleri mi çıkarıyor? Hani bazen derler ya aşk seni çok değiştirdi. O gerçekten bir değişim mi yoksa biri geliyor, bir yerine dokunuyor da zaten var olan bir şey mi çıkıyor ortaya?
Gerçek aşkı ve ruh ikizini bulduğun zaman hayatındaki birçok şey değişiyor. Ben son üç aydır böyle bir şey yaşıyorum. Üç aydır aldatmadığıma göre iyi bir şey yaşıyorum, demek.
İyi bir şey sayılması için aldatmamak mı lazım? Yeterli mi bu?
Bir sevmek, bir de yalancı sevmek vardır. Hepimiz için geçerli bu. Gerçek yaşadığınız şeyi bulana kadar her insanın ruhunda bir hovardalık var, bir bohemlik oluyor. Görüyorsunuz, bakıyorsunuz, flört ediyorsunuz, tat almaya çalışıyorsunuz, yaşıyorsunuz, düşüyorsunuz, kalkıyorsunuz ama o gerçek şeyi bulana kadar her şey. O gerçek şeyi bulduğunuz zaman orada bir duruyorsunuz.
Yakışıklı, popüler bir erkek o aşkı bulduğunu nasıl anlıyor?[Bu soruyu duyduktan sonra Tolga biraz durdu, düşündü.]
Anlıyor derken bu bir hissiyat meselesi. Olgunlaşıyorum belki de.. Bana hep çapkınsın, hovardasın, dediler. İnkâr etmedim. Evet, çapkınım, hovardayım. Çok sorun değil bu; bekârım, gencim, geziyoruz, tozuyoruz ama dediğim gibi o gerçek birini bulduğum zaman ki hep söylerdim yani benim 118 kız arkadaşım olabilir ama o gerçek kişiyi bulduğum zaman tabii ki de o, tek olacak. Şimdi tek eşliyim. Güzel de gidiyor demek ki saygı da duyuyorum karşımdaki insana. Hissiyatlarım da yüksek, o zaman otur yerinde, diyorum kendime.
İlişkiniz bitse [Allah ayırmasın] o eski çapkın günlere mi dönülür yoksa bunun tadı alındı böyle bir şey gelene kadar beklenilir mi?
Tadı alındı dememek lazım ben hayatımın sonuna kadar tabiî ki gerçek aşkı arayacak bir adam olacağım. Bazen böyle inandırıcı gelmeyebilir insanlara ama ben hakikaten bir aşk adamıyım. Yaptığım işi de, besteleri de, şarkıları da, albümleri de aşkla yapan; oynadığım karakteri de aşkla oynayan bir adamım. O tutku bende çok yüksek zaten hayatımın genelinde. Onu hep arayacağım.
Müzik çalışmaları devam ediyor mu peki? Neler yapıyorsun?
Yapım koordinatörüyüm. Şahin Özer’in plak şirketinde bütün yapımlarından sorumluyum. Bestecilik de devam ediyor.
Beste yapmaya nasıl başladın? Nasıl devam ediyor?
O konu çok enteresandır. Benim beste yapabilmem, şarkı sözü yazabilmem ve gitar, piyano, keman çalabilmem tamamen içten gelen bir duygudur. O konuda eğitim görmedim ama 13 yaşında bir gitar aldım. O gitar sonra müzik aşkına dönüştü. Arada piyano çaldım. Aslında hobi gibi başlayan bir şey. Bir baktım ki şarkı sözü yazıyorum. Bu şarkı sözlerine insanlar paralar veriyor.
Kimlere, hangi şarkıları verdin?
Petek Dinçöz’de İstanbul Geceleri, Ebru Gündeş’te Söyleyin, [Tolga Karel, bizim için ‘Söyleyin’den bir kuple söyledi, ne de iyi etti.] Nalân’da bir şarkım var. Fulden Uras’ın bütün albümünü ben yaptım. Sırada yeni çıkacak albümler var.
Neden bunlar öne çıkmıyor, bilinmiyor? Neden Tolga Karel, dizi filmdeki gibi kötü bir adam olarak lanse ediliyorsun? Piyano çaldığını bilmiyordum mesela.
Bilinmiyor çünkü bunlarla aslında kimse fazla ilgilenmiyor. Sıkıntı buradan kaynaklanıyor. Magazin ya da insanlar, sizi oradaki oynadığınız karaktere göre bir kalıba koymaya çalışıyor çünkü şu an Oğuz karakteri popüler, göz önünde. O yüzden onunla ilgili bir yakınlaşma haline giriliyor. Kimse içerik aramıyor. Adam bunları yapmış, etmiş; kimsenin umurunda değil ama benim sevgilimle bara gitmem skandal ya da flaş haber olarak televizyona giriyor. Bu çok acı bir şey tabii ki..
Hâlbuki ortada iyi bir malzeme var. Neden değerlendirmiyorlar?
Kendini bu anlamda ifade edeceğin sahneler yaratmıyor kimse sana. Ben artık o anlamda medyayı yakalayan bir adam olduğum için biraz daha kendimi ifade edebiliyorum ama bu ülkede yetenekli olup da kendini ifade edebilecek sahneler bulamayan birçok insan var. Bu da sistemin sorunu. Magazin hayatı beni bitirmez çünkü ben magazinden ya da gerçek anlamda söz dalaşından beslenen bir adam değilim.
İşlerini hep magazin sahasında yapmamışsın ki.. O şarkılar daha önce yapılmış. Keşke magazin bu malzemelerden faydalansa kendine daha olumlu puanlar getirse. Bence diğer sistem çöküyor artık, insanlar sıkıldı.
Evet, öyle bir durum var. Şöhret olduğumdan beri, kendimi şok haber ekranlarında görmekten sıkıldım. İnsanlar bu adam boş bir şöhret, birden parladı, çok gelip geçici gibilerinden algılıyor ama öyle olmadı çünkü içeriği zaman içerisinde geldi, mesela bir bakıyorlar Tolga Karel imzalı bir şarkı çıkıyor. Adamlar araştırıyor, bir akademik eğitim var. Ben içini doldurdukça o noktada zannediyorum yıkmak isteyen çok düşmanlarım oldu tabii. Hâlâ da var ama onların istediği olamadı çünkü ben dediğim gibi boş bir söz dalaşından, boş şöhretten beslenen bir adam olmadım. Hep üreten taraf olduğum sürece yıkmak da biraz zor olacak. İyi bir malzeme olduğumu düşünüyorum bu dönemki popüler anlamında. Bir şekilde her şey birbirini destekliyor. Birkaç gün önce televizyonda izledim kendimi; caddedeyim, çok rahatım, terlik giymişim, kırmızı şortum var altımda. Ona bile laf etmişler; alkollüydü bilmem ne şöyle oldu diye.. Her şeyin altına bir şey yazıyorlar.
Hem müzik hem oyunculuk adına hangi projelerde rol aldın?
Bir film yaptık, Gerard Depardieu ile yurtdışında. Benim ilk filmimdi, konservatuar yıllarında. O zaman çok büyük bir deneyimdi. Ondan sonra burada ‘Evdeki Yabancı’ Berna Laçin ve Tardu Flordun ile 2001 senesinde bir dizi film yaptık. Müziğe biraz daha ağırlık verebilmek için ara verdim televizyona. Sonrasında ‘Ödünç Hayat’ diye bir dizi filmde oynadım. 5–6 bölüm devam etti. Selda Alkor, Çetin Tekindor gibi isimlerin de olduğu çok büyük bir oyuncu kadrosuyla çekildi ama tutmadı. O dizi filmden sonra Yaprak Dökümü başladı. Aslında tanınmama yardımcı olan iş Yaprak Dökümü’dür.
Neye göre kabul ettin Yaprak Dökümü’nden gelen teklifi? Projeye göre mi, oyunculara göre mi?
Çok güzel bir soru. Ben bir karakteri incelediğim zaman o karakterin içinin ne kadar dolu olduğuna bakarım. İyidir, kötüdür. Hani Jack Nicholson da kötü bir karakteri oynamıştır ama çok saygı duyulur. Oynadığı karakterlerin içi doludur. İçi dolu, çok baskın bir karakterdi Oğuz ve bu projenin içinde olmak istedim. “Karakteri neye göre seçiyorsun?” sorusu çok önemli. Karakter seçiminde hiç bir zaman esnaf oyuncu olmadım.
Esnaf oyuncu nedir?
Bir oyuncu, karakteri okuduğu zaman hemen o işe atlayamaz. Hadi bunu da bir yapayım ya da paraya ihtiyacım var, aman oynayayım, derse burada esnaf oyunculuğa giriyorsun. Bir oyuncu karakteri okuduğu zaman o, ona ne veriyor, ne kazandırıyor noktasına bakmalı önce. Bir de esnaf oyunculuğa, yani sadece paraya dayalı ve para kazanmak amaçlı yapılan oyunculuğa hayatım boyunca karşı çıkmışımdır. Ben de para kazanıyorum ama çok güvendiğim, çok beğendiğim bir karakter için para almadan da oynarım. Bu benim için sıkıntı değil. Bir sezon içerisinde bir tane dizi filmi patlamış bitmiş, arkasından aynı sezon bir dizi yapıyor. Sonra bir daha dizi yapıyor, o da patlıyor. Şu an piyasada çok oyuncu var ama oyunculuğu ticaret haline getirmiş.
Türkiye’de oyunculuğa aslında değer verilmiyor, para kazanabilmek için inanmadığı projelerde rol alabiliyor.
Oyuncu değer vermiyor ki zaten. Oyuncunun kendisi esnaflaşmış durumda. Bu kadar da değil. Oyuncunun da bir duruşu, bir tarzı, tavrı olmalı diye düşünüyorum. Bertol çok güzel bir sözü var: Önce ekmek sonra ahlak
Hangi oyuncuları beğeniyorsun?Usta olarak gördüğüm pek çok insan var. Mesela Çetin Tekindor var, tanıdığım ve oynadığım için biliyorum; benim için çok kaliteli biri. Şener Şen drama ile komediyi harmanlayıp birleştirebilen çok büyük bir aktör. Sadri Alışık’ı çok beğenirim.
Bu popülerlik neyi değiştirdi hayatında?
Popülerlik, kapımda kamera yatmasını; evimden çıkarken ve girerken, bir yere giderken flaşların yüzüme patlamasını sağladı. Çok deşifre etti beni. Aslında İyi bir şey sağlamadı açıkçası. Arabamın plakasından görüntüsüne kadar giydiğim şorttan nerede ne yaptığıma kadar insanların bildiği bir şey haline geldi hayatım. Bu da hiç hoş bir şey değil.
Çıkan bu haberler engellenemiyor mu peki?
Bunu engelleyemezsin. Şunu yapabilirsin; ya dört duvar içerisinde tıkılıp hiç bir şey yapmadan evinden dışarı çıkmayacaksın ya da normal standart, herkes gibi hayatına devam edeceksin.
Hayatı deşifre edilmeyen insanlar neden bazı insanların üstüne bu kadar gidiliyor?
Ben sosyal bir adamım. Gezmeyi, çıkmayı, arkadaşlarımla yemek yemeği severim. Kasan bir adam değilim. Renkli bir kişiliğim var. Zannediyorum magazine cazip gelen taraf bu. Bir malzeme değerim olduğunu düşünüyorum ama şunun altını çizmek istiyorum. Benim yaşamımda, çok açık ve net, hiç bir noktada hiçbir şey değişmedi; arkadaşlarım, görüştüğüm insanlar değişmedi. Takıldığım, gezdiğim insanlar, gittiğim kafeler, mekanlar da değişmedi.. Giydiğim kıyafetler bile değişmedi. Arabamın markası değişmiştir, bir ev almışımdır. Tolga bir buçuk iki sene önce de aynı adamdı. İki, üç sene önce niye beni keşif etmediler, diye düşündüm hatta. [Gülüyoruz.] Bir de demek ki ben renkli bir adamım ki bu kadar ilgi çekiyorum. [Gülmeye devam..]
Bundan sonraki projelerin neler? Esnaf oyuncu olmadığına göre Yaprak Dökümü devam ederken başka bir dizi film yoktur sanırım.
Evet, yok. Sezon içinde bana yazlık projeler de dahil 15-16 tane senaryo geldi. Hiç birine girmedim, karakterin büyüsü bozulmasın, diye. Onun dışında şov programı gibi teklifler de geldi. Şu dönem çok daha iyi para kazanma imkânım olmasına rağmen o kaliteyi korumak adına hiçbirini kabul etmedim ama sinema filmi yapacağım yeni sezonda bir iki tane. Yeni prodüksiyonlar, solistler çıkartacağım. Besteler devam edecek.
Yurtdışındaki film projesinden de bahsedelim.
Benim Paris’teki ajansımdan gelen bir teklif. Luc Besson’ın yapım şirketinin çekeceği bir film ama yapımcılığını Luc Besson’ın yapacağı, yönetmenlerine çektireceği bir iş. Monica Bellucci, Jean Reno gibi isimlerin olduğu bir kadro. Bir gazeteciyi oynayacağım. Ekim ayı civarında gideceğim, Ocak ayı civarında çekimlerine başlanacak. Ön çalışmalar, sinopsisler, oyuncularla tanışmak vs gibi aşamalar geçilecek.
Bu arada Yaprak Dökümü ne olacak?
Devam edecek.
Yurtdışına gidip gelmeli olacak. Zor bir dönem seni bekliyor.
Ocak ayında olacağı için o zamana kadar ben 20–25 bölüm atmış olurum.
Çok eğlenceli bir röportaj oldu ve Tolga Karel bir türlü röportajı bitirmek istemedi çok gülüyoruz!
Bu işi yapabilmek için insanın taş gibi sinirleri olması lazım. Benim son sekiz ayda yaşadıklarımı başkası yaşasaydı intihar edebilirdi çünkü çok fazla şey söylendi; tacizci dediler, eşcinsel dediler, eşkıya dediler, alkolik dediler. Her şeyi dediler.
Hiç konuşmayabilir, sessizliğini koruyabilirsin. O mikrofon uzatıldığında konuşmak zorunda mısın?
En son dedim ki; eşkıya, terörist, eşcinsel dediniz; bir şey deyin, ben de bileyim ne olduğumu. Hangisini seçiyim?!
Biri senin hakkında bir şey söylediğinde çıkıp bir filozofun sözü vardır: ‘Az bile söylemiş. Ben daha fazlasını biliyorum kendi hakkımda, isterseniz daha fazlasını anlatabilirim size,’ de.
Bunu kullanacağım medyada [kahkahalarla gülüyor]. Açıkçası bütün bunlar söylendi etti, ben de cevap verdim. Kendimi ifade etmek niteliğindeydi. Artık taş gibi sinirlere sahip oldum. Söyleyen söylüyor. Sonuçta ben laf üretmiyorum ben iş üretiyorum.
Diyelim ki biri için eşcinsel, dendi. O kişinin çıkıp “Öyleyim ya da değilim, size ne?” demesini bekliyorum.
Magazin camiası çok ciddi olarak çirkefliklerin de olduğu bir camia. “Ben eşcinsel değilim. Eşcinsellere de saygı duyuyorum. Herkes kendi hayatını yaşamakta özgürdür,” diyorum. Hepsini kesiyorlar. “Herkes kendi hayatını yaşamakta özgürdür,” diye yayınlıyor sorduğu sorunun cevabını. Anlam değişmiş oluyor. Arzu Yanardağ’ın bebeğini bile mal ettiler. Ötesi mi var?! Hiçbir şekilde benim, demedim ki ben. O şüpheyi doğduran basındı.
İma vardı ama.. İzledim ben de..
Onların hepsi aslında kurgu. Bana dediler ki, “Çocuk size benziyormuş.” Ben de, “Çocuğa bakın, kime benziyormuş, görün. Çocuk annesine ya da babasına benzer,” dedim. O laf sadece, “Çocuğa bir bakın, kime benziyormuş,” diye verildi. O montaj masasına oturduğun zaman her şeyi başka bir şekle çevirip farklı gösterebilirsin. Tabii şu var: Engelli bir arkadaşımız için bir hafta sonu Çanakkale’de daldık. Popüler kültürün bir parçası olmasam kameralar gelip bu olayı çekmeyecekti. Ana habere girdi ama bunu magazine sokamadık. Sadece Show TV’de yayınlandı. Doğru amaçla, faydalı bir şekilde kullanmak gerekiyor.
Magazincilerin de suçu yok, büyük bir çoğunluk kavga izlemeyi seviyor. Hele televizyonda izlediklerinde daha çok izliyorlar. Böyle bir problem var.
Bizim insanımız sadece görmek istediği şeyleri görüyor. Engelli, sakat insanları hayatımıza sokmuyoruz. Toplumda görmediğimiz o kadar çok şey var ki.. Hâlâ sokak çocuklarını görmüyoruz. Onlarla yaşıyoruz ama görmüyoruz. Bu benim oynadığım karakter için de geçerli. Ben kötü bir adam oynuyorum diye hayatımın genelinde kötülükler eden biri değilim ki.. Görmek istedikleri gibi algılamaya çalışıyorlar. Bunu görmek kolay. Mesela assolistlikle alakası olmayan insanları başımıza assolist diye geçirdiler mi kardeşim! Türkiye’de bir tane genç assolist say bakayım algıda! Hepimizin aklına aynı isim geldi. [Gülüyoruz.]
Benim için ama tek bir isim var: Ebru Gündeş. Bir tek onun sesinde oynama yapılmadığını duydum.Evet, doğrudur. Neler neler duyuyor insan içine girdiğinde. Bunları bilirken hiçbir şekilde inandırıcılıkları kalmıyor.
Söylemek istediğim bu işte; algıda kafamıza yerleştiriyorlar. Benim de medyada ilişkilerim ilerlediği noktada o zaman medya beni değil, ben medyayı yönlendiriyorum, haline geleceğim.
Hande Yöremen 2006