İstanbul‘un ilk tüp Bebeğini dünyaya getiren ve Türkiye’nin ilk özel tüp bebek merkezini kuran Prof. Dr. Teksen Çamlıbel ile röportaj yaptım.
Kadınlarla ilgili tıbbi bir iş yaparken kadınlara bakışınız nasıl?
Erkekler kendi karılarını bir türlü idare edemez, 50 bin kadını idare ediyoruz, diye şakamız vardır kadın doğum uzmanları arasında. Kadınlar biraz daha farklı erkeklerden hasta olarak. Erkek hastalarımız da var. “Ne alakası var?” diyeceksiniz. Çocuğu olmayan erkeklerle mesela konuşuyoruz. Onları da hasta olarak kabul ediyoruz, eşleri ile konuşuyoruz. Kadınlar çoğu kez bize hasta olarak değil, kontrol ve bakım için gelmek durumunda. Onlarla diyalogumuzu iyi kurmamız lazım. Biz bir yerde birçok sırlarını paylaştığı, eşine dahi söyleyemediği şeyleri anlattığı özel kişileriz. Sonuna kadar sadık olmak gerekiyor. Bu bizim Hipokrat yemininde söylediğimiz bir şey ama günlük yaşamda gözden kaçabilir. Bir kadının hastalığını, sorununu ne eşine ne annesine ne en yakın arkadaşına asla söylemiyoruz. Bu güveni oluşturduktan sonra hasta ile kendi aramızda ilişkimiz daha da güzel gelişir. Hanımlar daha sevecen daha cana yakın, bir hekimi beğendikleri zaman sonuna kadar sadık olan insanlar. Hanımlarımız, bir kuaförüne bir kadın doğumculara sadıktır, diye bir söz vardır, çok zor değiştirirler. İşte baştan o güveni oluşturmak lazım. Ben sadece kadını bize gelen hasta gibi değil, yerleştiği çevrede çocuğuyla, eşiyle veya bekârsa arkadaş grubuyla, anne ve babasıyla olan ilişkilerini de sorgularım çünkü onlardan aldığımız tepkiler sonuçta genel sağlığına yansıyor. Hakikaten ruh sağlığı, çalışma sağlığı, aile sağlığı da genel sağlığa çok yansıyor. Bir bütün olarak görmek istiyoruz. Tabii ki kadın her yaşta hepimiz gibi daha sağlıklı, daha güzel, daha şık, daha bakımlı olmak istiyor. 7’den 70’e kadar hanımlara bu tarz bir yardımın da yapılması gerekiyor. Menopoz sonrası kişinin kendini daha iyi hissetmesi için tedavilerinin yapılması lazım. Bu olayın kadermiş gibi kabul edilmemesi lazım. Hatta kendi hastalarımızla bile bir sürü çatışma yaşıyoruz. “Artık menopoza girdim, boş ver,” diyenleri bu konuda ikna etmek, “Asla böyle bir şey yok; yirmi, otuz yıl daha yaşayacaksınız. Gerekiyorsa hormon, gerekmiyorsa vitamin alın, egzersiz, diyet, vücut bakımınızı yapın,” dememiz gerekiyor.
Bu meslek bir kadına fiziksel olarak bakışınızı değiştirdi mi?
Bu bize sık sorulan bir sorudur. Tabii ki doktor karşıdaki kişiyi bir obje olarak görmüyor. Hakikaten tedavi edilmesi gereken insan olarak görüyoruz. Bir jinekolog acaba kendi evlilik hayatında, cinsel yaşamında bir gariplik hisseder mi? Bıkar mı? Böyle bir şeyle hiç ilgisi yok. Bu bir aşçının hiç yemek yememesi gibi bir şey olur. Etik değerler babında bir doktorun hastasıyla ilişkisi çok sınırlı ve çok mesafeli olmalı. Biz ne kadar arkadaş gibi oluyorsak da kadınların bazen kendi jinekologlarına karşı arkadaşlıktan öte hisleri, duyguları olabilir. Bu illa kötü anlamda demiyorum. Bunda doktor çok dikkatli olmalı.
Bir kadınla karşılaştığınız zaman onun bütün yapısını biliyorsunuz. Bu sizi etkilemiyor mu? Kadınlarda rahatsızlık yaratıyor mu?
Aşk, sevgi, seks çok farklı şeyler. Bunlar ayrı gezegenler, bizim kadınla olan muayenemiz ayrı gezegen. Ben öyle görüyorum. Bir kadın ürolog oldu. Erkeklerin testislerini muayene ediyor. Ne değişir ki! Bizde de öyle. Aklımıza bile gelmez. Jinekologlar; erkeklerin karılarını, kız arkadaşlarını, kızlarını emanet ettikleri insanlar. Böyle bir noktada en ufak bir şüphe olmamalı. Sonuç olarak biz asla böyle bir şey düşünmüyoruz.
Arkadaşlarınız, arkadaşlarınızın eşleri size muayene için geliyorlar mı?
Evet, geliyorlar. Bazen sıkılanlar da oluyor. Gelmeyenler var ama gelenler de çok çünkü kadının doktora olan güveni, ilgiyi almak arzusu her şeyin üzerine geçebiliyor sağlıkta. Utanma duygularını geçebiliyor.
Ama kadının aklına gelebilir.
Gelebilir. Çevredeki arkadaşlarımızın da aklına gelebiliyor. En çok yapılan espri odur: “Ne oldu bugün, kimi gördün?”
Babalık bir sosyal olgu, annelik bir güdüdür, derler. Hem bir erkek hem bir hekim olarak annelik güdüsü sizi nasıl etkiliyor?
Normal doğum yaptığımız zaman anne saatlerce ağrı çeker, azaltıcı yollar vardır ama yine de çeker. Ikınma dediğimiz bir, bir buçuk saatlik bir süreçten geçer. Bu baya zorludur. Altta bir şey keseriz, çocuk çıkar. Anne, çocuk çıktıktan sonra bir “Oh!” der. Şu “Oh!” için anne olmak istiyorum. Öyle özenirim ki o “Oh!”a, sanki üzerinizden bütün yükler gitmiş, bir kurtuluş hissediliyor gibi. Tabii Allah kime annelik vereceğini biliyor. Biz erkekler olarak bu konuda son derece sabırsız, çok telaşlı, hatta çok ürkek, dirençsiz yaratıklarız göründüğümüzün tam tersine. Kadınlar çok farklı; çok daha olgun, çok daha sabırlı insanlar. Erkekler anne, çocuklu olsalardı eminim hemen herkes sezaryen yapardı, hiç uğraşmazdı hatta büyük bir çoğunluk da bunun korkusu yüzünden çocuk sahibi olmak da istemezdi. Kadınlara neler yapıyoruz ama erkekler en basit işlem için bile gelmiyor, korkuyor, iğne görünce bayılıyor. Doğumhaneye erkekleri almam 1990’dan beri yaptığım bir şey. Birliktelik olgusu çok hoş. Baba da çocuğu kendi parçası gibi hissetsin diye. Babalarda bu eksiktir bazen. Ona rağmen anne orada çırpınırken, babanın çok daha heyecanlandığını, aygın baygın yattığını görüyoruz. Hakikaten biraz düzensiz varlıklarız.
Kadınların kısır olduğuna ne kadar süre sonra karar veriliyor?
6 ay ile 1 yıl arasında. Evli bir çiftin 6 ay ile 1 yıl arasında çocuk sahibi olamazsa mutlaka hekime gitmeleri gerekiyor. Bu, toplumun %20’si neredeyse artık. Çok ciddi bir oran. Diyoruz ki, çocuk sahibi olmaktaki güçlük, toplumdaki en yaygın hastalıktır. Niye bu böyle? Kadınlar daha geç evleniyor. Kariyerden dolayı daha geç çocuk planları yapılıyor. Yaşın artması kadınlarda ciddi bir dezavantaj. Erkeklerde de biraz dezavantaj. Onlar da daha geç evleniyor, aileler daha geç kuruluyor. Sigara ve alkol hem sperme hem yumurtaya zarar veriyor. Toplumun stresi, çalışma şartlarının güçlüğü, evlenip de bir türlü karı-kocalık hayatı bir türlü yaşayamayan, ayda yılda bir birbirini gören çiftlerin durumu güçleştiriyor. Erkek eve bitap bir şekilde geliyor, aklındaki en son şey seks yapmak; kadın da öyle bitap geliyor, en son niyeti o. Cinsel hayattaki bu rahatsızlıklardan dolayı yine gecikiyor. Onun için biz tüp bebeğe, mucizelere güvenme; bir an önce çocuğu istiyorsanız yapın, diyoruz. Öyle kolay olmuyor, mutlaka erkenden işi bitirmek lazım.
Tüp bebeğin uygulanmasıyla ilgili bir yaş sınırı var mı?
Yok ama gebelik sınırı var. Kimse teknolojiye güvenip çocuk sahibi olmayı ertelemesin. Annelerde erken menopoz oluyor bazen. Bu kızlarına geçiyor direkt. Onun için özellikle kızların annelerini, ablalarını, teyzelerini sorgulamalarında fayda var ne zaman menopoza girdi, diye. “Ben de o yaşta girebilirim belki, ona göre elimi çabuk tutayım,” gibi. Zaten sigara da içiyorsa bir, iki sene daha öne de geliyor. Menopoza kadar adetler muntazam olmakla birlikte menopozdan önceki son üç, beş yıl çocuk sahibi olunamıyor. Bazen 30 yaşında biri, adetlerini de düzenli oluyor, bize geliyor. Bir bakıyoruz pre-menopoza girmiş bile. Tam bir tuzak, tabiatın tuzağı bu. Adet olup da bazen buna girenler var. Onlar için yapacak bir şey yok. Tabii ki hedef çocuk sahibi olmak yoksa menopoza erken girmişsiniz dert değil, alın hapı çıkın menopozdan ama çocuk olamıyor. Bebek planlayan insanların planlarını geciktirmemeleri gerekiyor.
Menopoza girdikten sonra tüp bebek uygulanmıyor mu?
Uygulanmıyor. Pre-menopozda bile şansları yok. Diyelim ki siz 50’de gireceksiniz, ben de bunu biliyorum ama 49’da bile çocuğunuz olmuyor. Yıllar önce pre-menopoz dediğimiz süreci yumurtalık yaşamaya başlıyor, yumurta üretmeden otomatik adetler oluyor. İlaçla da çıkartamıyoruz. O yüzden menopoz- beş, altı sene demek çocuk sahibi olabileceğiniz yıl. Dikkatli olunmalı. Gazetede okuyorsunuz 60 yaşında kızı ile doğurdu ama bu, başkasının yumurtasıyladır. Bu konuya da ilgi çok arttı çünkü dediğim gibi insanlar geç evleniyor, geç kalıyor. Yumurta nakli ile doğurmaya çok ciddi talep var. Biz de bunları yurtdışına yönlendirip orada yapıyoruz çünkü Türkiye’de yasak. Yeni, ilginç bir sektör doğdu neredeyse bu medeniyetin getirdiği. Geç kalmış insanları çocuk sahibi yapma süreci, diyebiliriz buna. Ya yumurta ya sperm nakli gibi şeylerle çocuk sahibi olup çok da mutlu yuvalar kurup, çok da mutlu çocuklara sahip oluyorlar.
Göğüs kanserine yakalanıp göğsü alınan kadınlar anne olabiliyor mu?
Evet. Güzel bir soru. Göğüs kanseri genç insanlarda da olabilen bir kanser türü. Eğer hiç çocuğu yoksa çocuk sahibi olmak için üç, dört sene beklemelerini öneriyoruz. Ondan sonra bakıyoruz bazen onların da çocukları olmuyor. Kısırlık ilaçları hep kadınlık hormonunu azdırır ve bezlere zarar verebilir, diye düşünülüyor. Gerçi o grupta biraz daha yavaştan gidip ilaçlarla gebe bıraktırıyoruz. Bir de şu var: Diyelim ki kişi meme kanseri oldu ve memesi veya bir parçası alındı. Kemoterapi gelecektir bir, iki hafta sonra. Kemoterapi bazen kalıcı olarak yumurtaları öldürebiliyor. O iki haftalık arada biz annenin yumurtalarını alıp, dondurup saklama teknolojisine artık sahibiz. Kemoterapi olacak, çekecek bir sene, şifaya kavuştuğunu iki- üç sene sonra anlayacağız sonra dondurulmuş yumurtalarla gebe kalacak. Bu teknoloji artık Jinemed’de var.
Tüp bebek yapmayı isteyip de başarısız olan denemelerinden sonra kadınlara psikiyatrik destek veriliyor mu?
Evet, bizde hem psikiyatrik destek hem pozitif enerji veren bir elemanımız var. Değişik konuşmalarla, el hareketleriyle, dokunmayla enerji veriyor. Buna inanan var, inanmayan var. Kendi elemanımız bununla ilgili Paris’te üniversite bitirdiği için mektepli bir kişi, hem de bilgisayar mühendisi zaten. Hakikaten konusunda çok titiz, hakkında çok pozitif cevaplar alıyoruz. Böyle bir bilimsel psikiyatrik destek ve akupunktur gibi hatta yardım verdiğimiz oluyor. Olayın çok temel bir parçası bu zaten çünkü tüp bebek, kısırlık gerçekten bir psikiyatrik travma, zedelenme herkes için. Hakikaten çok zor.
Bazı erkekler evlenip çocuk sahibi olmaktan korkuyorlar çünkü diyorlar ki “Etrafımda çok fazla insan evlenip çocuk sahibi olduktan sonra boşanmaya başladı.” İkinci plana atıldıklarını ya da eşlerinin kendilerinden uzaklaştığını düşünüyorlar. Doğumun annedeki olumsuz etkileri nedir eşinden uzaklaşmaya kadar götüren?
Doğum sonrası tabiat yaptığı bir takım hormonsal etkilerle anneye bir süre “Sen pek seksi düşünme,” diyor. Bu ormandaki hayvanlar için de böyle. Yani çocuğun emzirilmek için beklerken et peşinde de, aşk peşinde de koşma. Doğumdan sonra, emzirme döneminde cinsel arzular azalır. Tabii, insan eğitimli bir hayvan. Bu süre geçtikten sonra evlilikler devam ediyor ama böyle bir azalma var. Bunda kocanın da mutlaka anlayışlı ve destek olması lazım. Bu, kadının elinde olan bir şey değil, hormonların verdiği bir emir. Hatta süt verirken adet bile olmuyorsunuz. Tabiatın bir hoşluğu aslında. Hem süt vermeni hem onla uğraşmanı istemiyor. Yorulmasın kadın diye böyle bir sistem kurulmuş. Adet olmayan kadında östrojenler baskılı olduğu için cinsellikle ilgili arzuları azdır. Bu Dönem, o dönem değil, diyor tabiat yani. Emzirme döneminden sonra adetler geliyor ve tekrar sistem çalışıyor tabii ki. Bunun dışında kadının kendine ait “Ben çirkinleştim mi?” korkusu var. Karnı, göğsü gevşiyor. Normal doğum yaptıysa alt tarafta bir takım kesikler, acılar, bolluklar olabiliyor. Kendi imajında belki eşinin hiç haberi bile yok ama kendi yarattığı bir takım negatif enerji olabiliyor. Dolayısıyla biraz daha kendini sakınmaya başlıyor. “Aman, eşim bana bir şey demesin, üzülürüm. O yüzden görmesin, daha iyi,” diyebiliyor. Bazı kadınlarda olaya karşı koruyucu bir yaklaşım olabiliyor bu da ister istemez cinsellikten biraz uzaklaştırır. Aile konsültasyonları, evlilik konsültasyonları bunun için. Bir kadın doğum merkezinde bu sistemlerin de olması lazım. Örneğin ben bir kadın doğumcu olduğum zaman hiçbir zaman tek başıma her şeye yetemeyeceğimi biliyordum. Onun için 20 yıldır, benim başında olduğum bir grup var. Bunun içinde ben hem tüp bebekle hem kanserle ilgiliyim, gebelerin yoğun bakımıyla ilgilenen bir arkadaşımız, kadınların idrar sorunlarıyla ilgilenen jinekolojik ürolog arkadaşımız, psikiyatrlarımız var. Ancak bu şekilde hastaya tam hâkim olabiliyoruz ve gerçekten bir kadın sisteme girdiği zaman A’dan Z’ye her türlü sorunuyla ilgili bir uzman bulabiliyor. Kadınlar baş tacımız, kadınlar annemiz, kadınlar doğurganlığımızın sembolü ve ailede çok önemli kişi. Kadın çocukların sağlığından, ailenin sağlığından, kocasının sağlığından sorumludur. Kadındır özel sigortayı seçen mesela sağlıkta. Sağlık sigortaları şirketleri pek erkeklerle konuşmaz, hep kadınlara gider. Biz, kadının sağlığına yardımcı olarak, toplumun ve ailenin de sağlığına yardımcı oluyoruz, diye düşünüyoruz ve bu konuda da mutluyuz.
- Hande Yöremen 2009