MASALINI KENDİ YAZAN PRENSES

Ahu Türkpençe, son dönemlerde Türk Sineması’nın parlayan genç yıldızlarından biri.

Tiyatro tutkunu olan Ahu Türkpençe aldığı eğitimle de diğer isimlerin arasında ön plana çıkıyor. Bu sezon ekranlara veda edecek olan Bir İstanbul Masalı isimli televizyon dizisinde Esma’yı oynuyor. Ben asla Esma’nın tepkilerini vermem, diyor. Hayvanları çok seviyor. Özenti veya gösteriş yapmak amacıyla alınıp daha sonra bırakılan hayvan sahiplerine kızıyor.Ahu Türkpençe ile hayata bakışını, Bir İstanbul Masalı’nı, projelerini ve hayvan sevgisini konuştuk.

“Ben en çok, eğer bakamayacaksanız hayvana, almayın, demek istiyorum. Çok seviyorum çünkü. Hayvanı özentiyle almış, beslemiş sonra bırakıyor hayvanı. Hayvan öyle ortada, sokakta kalıyor.”

Ahu Türkpençe’yi anlatır mısın?

Nasıl başladın bu işe dersen onu anlatayım önce. Yıldız Fizik’e gidiyordum bundan altı ya da yedi yıl önce. Bir yandan da Pera Güzel Sanatlar’da pandomim bölümündeydim. Bir grup vardı, pandomim tiyatrosu yapıyordu. O bölümden pandomim tiyatrosu yapan gruba transfer oldum, onlarla beraber tiyatro yapmaya başladım bir yandan fizikle uğraşırken. Sonra baktım ki ben en çok sahnede mutluyum, okulda fizikle uğraşırken gayet içim daralıyor, kendimi kötü hissediyorum ama sahneye çıktığımda daha özgürüm. Ben niye uğraşıyorum ki, boşu boşuna enerjimi harcamayayım, dedim; ayrıldım oradan. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin sınavlarına girdim, kazandım, dört yıl boyunca tiyatro eğitimi aldım.

Yıldız’da okurken tiyatro sevgini nasıl keşfettin? Nasıl girdin o kadroya?

Yapacak başka hiçbir şeyi yoktu okulun. Hep ders çalışmak zorundaydın ama sürekli ders çalışınca daralıyorsun. Başka bir şey yapmak istiyorsun. Seni o formüllerden koparacak ve kafanı rahatlatacak bir şey olsun istiyorsun. Eğitsel kollar olur ya ilkokulda, bizim üniversitenin o bölümünde doğru dürüst öyle bir kol da yoktu. Ben de dışarıdaki kursları araştırdım. Pera’nın tiyatro bölümünü uygun gördüm kendime [gülüyor]. Fakat ilk sene vücut üzerine çalışıyorlardı. Yani tiyatro eğitimi almadım ben orada. Orada daha çok vücudu nasıl esnetiriz, hangi kas nereyi çalıştırır, onları öğreniyorsun. İlk yıl vücut üzerine çalışıyorsun. İlk sene böyle vücut üzerine çalışırken bir yandan pandomimle tanıştım. Daha sonra pandomim grubuna katılınca tiyatro yapmaya başladım.

O zaman şöyle sorayım. Okullu olmak önemli mi sence oyunculukta?

Bence önemli olmasaydı alaylı olmayı tercih ederdim. Okullu olmayı tercih ettim ama bu benim tercihim. Kimileri alaylı olmayı tercih ediyor. Her iki türlü de olabiliyor. Hiç eğitim almadan da eğer gerçekten yeteneğin varsa, bir dehaysan bu ortaya çıkabiliyor ama eğitim aldığın halde eğer böyle bir yeteneğin yoksa bir işe yaramayabiliyor. Fark etmiyor. İş yani iş ki gerçekten oyunculuğu çok sevesin ve yıllarını bu iş için harcamaya hazır olasın. Yoksa bir hevesten öteye gitmeyecekse, iki sene üç sene sonra zaten iş seni bırakır.

Televizyon nasıl başladı?

İlk sene yasak bizim okulda, biliyorsun. İlk sene çalışmadım. İkinci sene Güzel Dünya diye bir dizi vardı. Oraya başladım. Bir yandan da Yayla Sanat Merkezi’nde oyun vardı. Hem tiyatro hem de televizyon işi.. İkinci sene çalışmaya başladım her ikisinde de. O zamandan beri de her sene böyle çalışıyorum.

Bir İstanbul Masalı nasıl oldu?

Ben en son Azad diye bir dizide oynamıştım. O dizide beni görmüş yönetmen ve yapımcı. Bir sürü aday çağırılıyor. Beni de o diziden görüp tanıdıkları için çağırmışlardı. Görüşmeye gittim. Dört kere falan ben deneme çekimine geri çağrıldım. Eliyorlar ya seni öyle.. En sonunda da bana dediler ki biz seninle çalışmak istiyoruz, sen ne dersin? Ben de dedim ki, tabii ki isterim çünkü Altan Erkekli’nin, Çetin Tekindor’un, Arsen Gürzap’ın isimlerini saymışlardı. Ben zaten o isimleri görünce direkt olarak senaryoya bakmadan ‘evet, istiyorum,’ diyordum. Onlar, biz seninle çalışmak istiyoruz deyince, ben de sizinle çalışmak istiyorum, diye atladım.

Hayvanlarla aran nasıl?

Hayvan bakmıyorum ama daha önce hayvanım olmuştu. Ben ortaokula giderken yavru bir tane köpeğimiz vardı. Çok güzeldi. Siyah bir tane sokak köpeği. Zaten sokakta bulmuştuk. Hep öyle olur ya; çocuklar alır bir köpeği, besler beraber. Yaz bitince, kışın eve dönünce, köpeği geri götüremedik. Köpek yavrusu kaldı. Sonra kaçmış. Çok üzülmüştüm. Bir daha da cesaret edip alasım gelmedi. O köpeği çok sevmiştim çünkü hani alınca hep kaçacakmış gibi geliyor bana köpek. Onun için hiç alasım gelmiyor.

Kuşun vardı galiba?

Kız kardeşimin bir kuşu var evde; muhabbet kuşu. Ben kafeste bir kuş görmeye dayanamıyorum. Hatta evdeki pencereleri de açıyordum, kuş gitsin diye ama kuş akıllı çıktı, uçmadı [gülüyor], kaçmadı. Zaten gitmemesi gerekiyormuş çünkü o kuşlar dışarıdaki hayata yani şehirdeki hayata alışamıyorlarmış ve hemen yem oluyorlarmış. Ölüyorlar. İyi ki kaçmamış. Muhabbet kuşları aslında evde durmaları gereken kuşlar..

Hayvan sahibi olmayı düşünüyor musun?

Düşünüyorum ama çok zor. Arnavutköy civarında bahçeli bir evim olsun, o zaman bir köpeğim olsun istiyorum.

Ne zaman olacak?Onun da var herhalde iki senesi falan. Şu sıra çünkü öyle sessiz sakin bir yere pek gitmeyi düşünmüyorum. Şimdi daha şehir içinde olmak hoşuma gidiyor ama Rumeli Hisarüstü’ne ya da Arnavutköy’e doğru, daha sessiz bir yere taşınmayı düşünüyorum ama ileride, şimdi değil. Şu anda memnunum şehir içinde olmaktan. Şehirde, apartman içinde, dairede pek beslemek istemiyorum.

Korktuğun bir hayvan var mı hiç?

Aslında hayvanlardan korkmuyorum ama örümcek sevmem.

Hayvanlarla ilgili hiç ilginç bir anın var mı?

Evet. Bir arkadaşımın, adı bende gizli kalsın, şirin bir kedisi var, siyam kedisi. Kedi sevmem değil ama öyle köpek kadar çok sevmem. Eğlenceli, şirin bir kedi ve arkadaşım, kedisine sürpriz doğum günü partisi yapıyor. Doğum günü partisini anladım ama sürprizi nasıl oluyor [çok gülüyor]. Bunun üzerine çok kavga etmişizdir o arkadaşımla. Niye sürpriz doğum günü partisi yapıyorsun diye, yani niye sürpriz. Kedi zaten anlamıyor ki..

Hediye falan aldırıyor mu?

Beni arıyor, sürpriz doğum günü partisi var, şurada kutlayacağız, gelir misin, diyor. Dalga mı geçiyorsun, diyorum ben.

Bir de yer mi seçiyor?

Evet, yer seçiyor. Sonra başka bir arkadaşımın da iki köpeği var. Ben çok severim köpekleri ama bir tanesi çok hırçın. Her gelenin üstüne atlıyor, ısırıyor, bir şeyler yapıyor. Yani gerçekten rahatsız oluyorsun ve canın yanıyor. Misafirler gelince köpeği odaya kilitliyor. Oysaki hem köpek gelsin beni ısırmasın, üstüme çıkmasın, beni bir rahat bıraksın istiyorsun hem köpeğin odada kilitli kalmasını istemiyorsun. İşte bu yüzden ben bahçeli bir ev diyorum. O arkadaşım apartman dairesinde köpeklerine bakıyor. O yüzden çözüm yolu olarak böyle bir şey düşünüyor ama bence kötü aslında bir odaya kilitli kalması ben oradayım diye. Hoş değil. Ne bileyim ben en çok, eğer bakamayacaksanız hayvana, almayın, demek istiyorum. Çok seviyorum çünkü. Hayvanı özentiyle almış, beslemiş sonra bırakıyor hayvanı. Hayvan öyle ortada, sokakta kalıyor.

Kendini özdeşleştirdiğin bir hayvan var mı? Hayvan olsaydın ne olurdun?

At olurdum.

Neden?

At hızlı, ben de böyle çok hızlı hızlı konuşurum, ederim. Sonra asil geliyor at. Asilim, dermişim. Kanlarımda asil kan var [kahkaha atıyor]. Ben olsaydım at olurdum herhalde.

Geçtiğimiz ay kadın hakları gününü kutladık. Ne düşünüyorsun bu gün hakkında? Sence böyle bir gün olmalı mı?

Bence olmalı. Aslında tabii ki kadınlar için sadece bir gün ayırmak çok saçma ama bir gün bilse olsa iyidir çünkü o günde kadınlar için bir şeyler yapılıyor. Sadece o gün yapmamak gerekiyor ama o gün özellikle işte daha fazla köşe yazısı çıkıyor, o gün özellikle daha fazla kadın cesaretlenip yürüyüş yapıyor, o gün özellikle şunu isteriz, bunu isteriz, eziyet etmeyin, şunu yapalım, bunu yapalım diye seslerini yükseltiyorlar. Bu bile bir şeydir. Şöyle düşünüyorum. Yavaş yavaş bu bir gün, iki gün , üç gün, dört gün diye çoğalır. Bir gün olmaması gerekiyor ama bizde böyle bir şeye ihtiyaç var. Bir gün bile olsa kardır. Bir gün bile bağırabilsen, sesini duyurabilsen bu bir şeydir.

“Eminim ki hayvana da sadece hayvanları olan, hayvanları seven, evinde hayvan besleyen insanlar önem gösteriyordur. Hayvanı da bir canlıymış gibi gördüklerini sanmıyorum, hayvan besleyenlerin dışında.”

Peki, hayvan hakları hakkında ne düşünüyorsun?

Eminim ki hayvana da sadece hayvanları olan, hayvanları seven, evinde hayvan besleyen insanlar önem gösteriyorlardır. Onların dışındaki insanların pek de kaale aldığını düşünmüyorum. Gördüğümden değil ama tahmin edebiliyorum. Pek önem verdiklerini düşünmüyorum. Hayvanı da bir canlıymış gibi gördüklerini sanmıyorum, hayvan besleyenlerin dışında. Şunu da belirtmek isterim ki, hayvan haklarından önce insan hakları daha önemli sanırım. İlk önce kendi haklarımızı bir elde edebilsek sonra belki hayvanlar için de birkaç hak elde etmeye çalışırız. 8 Mart’ta hepimiz tanık olduk. Kadınlar yerlere düşüyor sonra polisler geliyor, onları dövüyorlar; kimi tekme atıyor kimi copluyor ve biz bunu görüyoruz. Hepimiz aa ne kadar yanlış, olmaması gereken tüh tüh şeyler diyoruz ama AB’ye gireceğiz diye o polis görevinden alınmıyor. O yüzden AB’ye girerken değil hayvan hakları, insan haklarımızı elimizde tutabilecek miyiz, ben çok merak ediyorum.

Sence çocuklara bu hayvan sevgisini nasıl aşılayabiliriz?

En mantıklısı bence yazın mümkün olduğunca çok hayvanlarla iç içe olmaları çünkü kışın çocuklar sürekli okuldalar falan ama en çok beraber birebir kalabilecekleri dönem bence yaz. Yani okulun olmadığı dönem. Çocukları yazın mümkün olduğunca çok hayvanlarla iç içe olabilecekleri yerlere götürmeli. Onlarla beraber zaman geçirmelerine, mümkünse bir tane hayvan beslemesine izin vermeli.

Genelde hep evde güçlük çekileceğini, sorumluluğunu alamayacaklarını düşünüyorlar.

Balık veya su kaplumbağası alabilirler. Yani çocuk hayvan bakmayı, beslemeyi, hayvana saati saatine yemeğini vermek nasılmış öğrenir.

“Hayvan sevgisi, çocuğu çok daha sakin yapıyor. Bir hayvanla uğraşmak o hırçınlığını alıyor çocuğun. Daha sakin, daha sevecen yapıyor. Daha çabuk büyümesini sağlıyor.”

Sence de çocuklara öyle bir sorumluluk yüklenebilir.

Bence yüklenmeli çünkü benim de küçükken hayvanım vardı. Hayvan sevgisi, çocuğu çok daha sakin yapıyor. Bir hayvanla uğraşmak o hırçınlığını alıyor çocuğun. Çok enteresan. Niye bilmiyorum ama öyle. Daha sakin, daha sevecen yapıyor. Daha çabuk büyümesini sağlıyor çünkü kendinden bir başkasını koruma ihtiyacı oluyor ya çocuğun, o yüzden birdenbire daha hızlı büyümeye başlıyor.

Türkiye’de hangi oyuncuları beğeniyorsun?

O kadar çok var ki.. Hangisini söyleyeyim bilmiyorum. Çok fazla oyuncu var. Bence zaten hem bu benim akranlarım hem de eski nesil oyuncuların hepsi gerçekten işini severek yapıyorsa ve samimi bir şekilde canlandırmaya çalışıyorsa karakterini hepsi birbirinden çok ayrı ve hepsi bir tane, hepsi çok özel. O yüzden isim saymak da ayıp oluyor.

İzlerken keyif aldığın kimler var ya da sahnede karşılıklı oynamak istediğin?

Ben en çok, tiyatro sahnesinde, Bennu Yıldırımlar ile karşılıklı oynamayı istiyorum.

Her yıl bir polemik çıkıyor. Hangi Türk filmi Akademi Ödülleri’ne gider diye.. Sence Türk filmlerimiz içinde sen böyle bir ödül verecek olsaydın hangisine Oscar verirdin?

Akademi ödüllerine bizim filmlerimiz gitmez çünkü Oscar ödülleri, körlerle sağırlar birbirini ağırlar, durumunda.

Mesela yabancı filmler bölümü var.

Orada da vermezler, ölseler vermezler bize.

Sen hangisine verirdin?

Bu sezon çıkanlardan söylüyorum. Oscar’ı şu ana kadar seyrettiğim filmler arasında Gönül Yarası’na verirdim.

Anlat İstanbul’da, sana teklif geldi mi?

Anlat İstanbul’da o kadar çok bizim diziden oyuncu aldılar ki… Bir de ben en çok yoğun çalışan o üç kişiden biriyim: Mehmet abi, ben ve Ozan. O yüzden bizim zaten oynamamız pek mümkün değildi. Çok fazla ayarlama yapmaları gerekiyordu.

Nasıl buldun? İzlemişsindir mutlaka.

İzledim, çok beğendim. Çok güzel olmuş. Bence Anlat İstanbul, insana, ‘evet ya, hadi film yapalım,’ dedirtiyor. Seyredince insana böyle bir heves geliyor. Böyle bir şevk geliyor çünkü gerçekten güzel olmuş. Ben başta çok tedirgin oluyordum. Beş ayrı yönetmen çekti. Acaba birbirlerine geçişlerde kopuk mu olacak, nasıl olacak diye. Anlaşılmıyor bile. Çok güzel olmuş. Çok farklı olmuş.

Ben de izledim, çok beğendim. Sanki tek bir yönetmen çekmiş gibi. Kopukluk yok.

Evet, böyle o film gerçekten. TMC, bizim şirketimiz, yaptı diye söylemiyorum ama o film gerçekten insana bir enerji getiriyor, ‘Evet ya, hadi film çekelim,’ dedirtiyor.

“Gerçekten bu filmde oynamak istiyorum, dediğim bir şey çıkmadı. Hani çok zorlarsam belki bunda oynarım, dedim en fazla. İyi bir şey olsun istiyorum; farklı bir senaryo.. İyi bir şey olsun ki çalıştığım işte, iş bittikten göğsümü gere gere, evet ben bu işte vardım deyip, o işi savunabileyim. Bugüne kadar bana gelip de kabul etmediğim senaryolara çekildikten sonra baktığım zaman da hep, iyi ki oynamamışım, dedim.”

Bir İstanbul Masalı’ndan sonra bir proje var mı? Projeler vardır aslında. Sen ne yapmak istiyorsun?

Gerçekten çok fazla var ama ben diyorum ki çok uzun soluklu düşünüyorum. Hiç birinin üstüne atlamıyorum açıkçası çünkü ne yalan söyleyeyim; gerçekten bu filmde oynamak istiyorum, dediğim bir şey çıkmadı. Hani çok zorlarsam belki bunda oynarım, dedim en fazla. İyi bir şey olsun istiyorum; farklı bir senaryo.. İyi bir şey olsun ki çalıştığım işte, iş bittikten göğsümü gere gere, evet ben bu işte vardım deyip, o işi savunabileyim.

Peki, iyi kriterin ne? Hani iyi bir iş olsun derken nesine bakıyorsun bir proje geldiğinde?

Benim iyi kriterim, senaryoya bakıyorum. Senaryoyu okuduğumda, o hayalimde canlanabiliyorsa, orada olmak ve oradaki bir rolü oynamak istiyorsam, bunun için sabırsızlanıyorsam, benim için iyidir. Ayrıca bir de kimin çektiği çok önemli çünkü çeken kişi senaryoyu bambaşka yerlere götürebilir. Bu yüzden ben ilk önce senaryoya ve yönetmenin kim olduğuna bakıyorum. Bugüne kadar bana gelip de kabul etmediğim senaryolara çekildikten sonra baktığım zaman da hep, iyi ki oynamamışım, dedim.

Bir İstanbul Masalı’nda gerçekten bir masalı yaşattınız izleyicilere. Zengin erkek, şoförünün kızıyla evlendi. Her şey güzel giderken birden bozuldu. Selim çok uğraştı evliliğini kurtarmak için. Esma hep işleri zora sokan kişi gibi oldu.

Evet, aldatıldığını, öğrendikten sonraki beşinci bölümde gidip söylüyor; ben seni bir kadınla yakaladım diye. Böyle şey olur mu? O kadar zaman bekliyor. Aslında Selim de pek bir şey yapmıyor evliliğini kurtarmak için. Esma gördüğünü söyleyince kendini savunmuyor. Olayın aslı budur, demiyor. İnsan öyle mi der! Güvenmiyorsan sen bilirsin, deyip kestirip atıyor.

Sen ne yapardın öyle bir durumda?

Ben eşimi öyle yakalasam kesinlikle konuşurdum. Bir şey yapmadan önce mutlaka gördüğümü söylerdim.

Mehmet Aslantuğ, en ideal erkek seçildi geçtiğimiz günlerde. Bunda dizi filmdeki rolünün etkisi var sanki. Esma da o süreçte biraz itici geldi galiba evliliğini kurtarmak için çaba göstermediğinden dolayı.

Ben dizi filmdeki rolünün pek etkili olduğunu sanmıyorum bu seçimde. Dediğim gibi Selim aslında evliliğini kurtarmak için çok bir şey yapmadı. Ben, bu seçimin Selim karakteriyle çok da alâkalı olduğunu sanmıyorum. Esma aldatıldığına inanıyor. Selim de ona bir açıklama yapmıyor. Bu durumda inandığı şeyden dolayı Esma doğru olanı yapıyor. Gururlu davranıyor. Bir de kadınların genel bir tavrı var. Aldatıldıklarında bunu kabulleniyorlar. Bence bu da çok yanlış. Böyle olmaması gerekiyor.

“Ben emin adımlarla ilerlemek istiyorum. Çok da seçici davranıyorum. Zaten henüz dizi devam ediyor. Devam ederken aynı anda başka bir dizide de oynayayım diye bir açgözlülüğüm yok.”

Dizi film yakında bitiyor. Daha sonraki planların nelerdir?

Ben emin adımlarla ilerlemek istiyorum. Çok da seçici davranıyorum. Zaten henüz dizi devam ediyor. Devam ederken aynı anda başka bir dizide de oynayayım diye bir açgözlülüğüm yok.

Dizi film nasıl bitecek?

Mutlu sonla bitmesi gerektiğini düşünüyorum. Öyle olmalı bence.

Okul zamanından biliyorum. Oyunculuk konusunda idealist bir yanın var. Tiyatro senin için her zaman öncelikli olandı. Şimdi ne durumda?

Evet, hâlâ aynı benim için. Dizi filmden sonra yazın, bir tiyatro projesi var. Eğer olursa tiyatro yapacağım. Bir de bir komedi filminde oynamak isterim. Ata Demirer’le birlikte mesela. Onu çok beğeniyorum.

Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde öğrenciler mezun olduktan sonra önce asistanlık ardından hocalık yapabiliyorlar.

Evet, ben de iki yıl asistanlık yaptım Mustafa Alabora’ya. Dizi başlayınca aksatmaya başladım. Bu aksamalar sıklaşmaya başlayınca bırakmak durumunda kaldım çünkü gidemiyordum. Sonuçta o çocukların da derslerine yardımcı olacak asistanlara ihtiyaçları var. Baktım olmuyor, bıraktım.

Tekrar düşünür müsün? MSM’de veya başka bir yerde?

Evet, çok da isterim ama yaparsam sadece okulumda yaparım. Başka bir yerde yapmayı düşünmüyorum.

Okul zamanında bir de projeniz vardı. Bir ajans kuracaktınız.

Evet, böyle bir proje vardı. Petek’in projesi aslında bu. Bir oyunculuk ajansı olacaktı. Hâlâ gündemde.

Diyelim ki bir köpeğin var ve sevgilin hiç hoşlanmıyor. Ya o, ya ben diyor. Ne yaparsın?

Ben köpeğimi sevdiririm. Beni seviyorsa köpeğimi de sever zaten. Öyle bir şey yapmaz. Hem tanıştığımızda zaten bir köpeğim varsa, öyle kabul etmiş demiştir. Sonuçta ben sevdiririm zaten [gülüyor].

“Hayvanlar zaten kürkleriyle ya da doğaya karşı korunmalı olarak dünyaya geliyor. Sonra alıyorlar o hayvanları, giydiriyorlar. Hayvanı korunmaya muhtaç hale getiriyorlar. Doğal ortamını değiştiriyorlar. Bu bana yanlış geliyor.”

Hayvanlara karşı yapılanlardan neler sana rahatsızlık veriyor?

Hayvanlarına kazaklar falan giydiriyorlar. Bunu doğru bulmuyorum. Hayvanlar zaten kürkleriyle ya da doğaya karşı korunmalı olarak dünyaya geliyor. Sonra alıyorlar o hayvanları, giydiriyorlar. Hayvanı korunmaya muhtaç hale getiriyorlar. Doğal ortamını değiştiriyorlar. Bu bana yanlış geliyor.

Son olarak hayvan severlere ne söylemek istersin?

Başından beri hep söylediğim gibi, bakmayacaklarsa almasınlar. Bir hevesle alıyorlar. O hayvanlar sahiplerine alışıyor. Sonra o hayvanları sıkılınca, bakamayınca terk ediyorlar. Bunun sorumluluğunu üstlenemeyeceklerse kesinlikle almasınlar.

Röportaj: Hande Yöremen / Mart 2005