“Yaptığınla varsın. İyi bir şey yapıyorsan iyi bir yerdesin.”
Türk Sinemasında canlandırdığı rolleri ile Yeşilçam’ın o sevdiğimiz kimi siyah-beyaz kimi renkli filmlerinden çıkıp karşıma gelmiş bir isim Burçin Terzioğlu. Sinemada Hanımefendi oyuncuları hep sevdik. Burçin, aynı zamanda kameranın olmadığı yerlerde de naif, cana yakın, samimi tavrıyla da adını parlatan biri.
Ekranda sevdiğimiz bu güzel oyuncuyu daha yakından tanımak ve vardığım sonuçta bana katılmak için buyurun sohbetimize katılın.
Neredeyse yaşı kadar mesleğini uzun yıllar işini yapmış olmak nasıl bir duygu?
Hem iyi hem kötü. Birçok tecrübe edinmiş oluyorsun, daha bilinçli, daha bilgili oluyorsun, bu iyi yanı. Kötü yanı ise daha bir garip, bu aralar daha çok dikkat ediyorum. Mesela galiba çok uzun zaman geçirdiğim için bazen küçük bıkkınlıklar yaşıyorum. Aslında bu olmaması gereken bir şey oyunculukta ama şu aralar o kadar kalabalık, karışık ilişkiler var ki bizim yaptığımız işte çok uzun zaman geçirince her yüzü gördüğüm için biraz daha bıkkınlık gelebiliyor. İyi yanları da, kötü yanları da var yani.
O anlarda o psikolojiden kendini kurtarmak için ne yapıyorsun?
Aslında ben bu bıkkınlıkları sette yaşamıyorum. Sete girdiğim zaman başka bir şey. Ben çalışmadığım anlarda daha çok durup düşündüğüm zaman bunu yaşıyorum ama olayın içindeyken büyüğe kapılınca o bıkkınlıkları unutuyorsun. Ben sabah sete girdiğim andan itibaren set benim oyun parkım, derim çünkü hiç kimse işini sevmeden o işte verimli olamaz. Sette sen istersen sevimsiz, kimseyle muhatap olmayan, sadece işe gidip gelen biri de olabilirsin. Ne kadar verim verdiğin göreceli bir şey. Ben öyle çok keyif alıyorum ki bundan her zaman işe, hasta veya ekstra durumlar hariç yüksek enerji ile gidiyorum. Oyun parkına girip oyunumu oynayıp çıkmak çalışıyorum.
Bugüne kadarki işler, projeler içinde ya keşke bitmeseydi de devam etseydi dediklerin oldu mu?
Son senelerde hep doğru işler yapmışım. Bir de benim yaptığım işlerde dört beş sene önceden bu güne baktığınız zaman hep adım adım gelmiş, o iş başlamış, sabitlenmiş, oynadığım karakter oturmuş yerine, sonraki iş talebi gelmiş. O yüzden ben hep doğru işler yaptığıma inanıyorum. ‘Kınalı Kar’ diye bir iş vardı, üç buçuk sene sürdü. Bittiğine alışkanlık dolayısıyla üzüldüm ama üç buçuk sene çok uzun bir zamandı ve bitmesi gerekiyordu. Uzun süren başka işler de oldu ama galiba ‘Kadın İsterse’de çok eğleniyordum. Sadece ben değil, hepimiz çok eğleniyorduk. İki sezon o sürdü, iki sezon daha sürerdi, onun iki sezon daha sürmesini isterdim çünkü hem komediydi hem sit com’du hem benim için değişik bir ortamdı. Dramadan başka bir şey oynuyordum, kendimi yenilemek ve başkalaşmak adına. Bakın ben de komedi yapabiliyorum diyebilmek için. Çok başka bir ortamdı, o biraz daha devam edebilirdi, çok eğlenceliydi çünkü.
Dizi film setlerinde kurulan arkadaşlıklar devam ediyor mu?
‘Kınalı Kar’dan dört kız arkadaşımla hala görüşüyorum. Hatta haftada üç dört kere hani öyle ayda bir kere nasılsın diye aramıyorum arkadaşlarım. ‘Kadın İsterse’den Vildan ile görüşüyorum, bu aralar yoğun olduğu için sadece telefonda görüşebiliyoruz. Hülya Hanım ile öyle telefonla konuşuyoruz. Fırtına ekibiyle dün BKM’de toplandık. Eğer sen ünlü bir insansan ve o ortamda iyi insanlarla karşılaşıyorsan, seçiciysen de doğru insanı seçip çıkartabiliyorsun. Benim de hayatımda kalan birçok doğru insan var.
Bir proje teklif edildiğinde değerlendirme kriterlerin nelerdir?
Önceden daha kolaydı projeye bakıyordum. Okuyordum karakteri, tebessüm ediyorsam, okurken gözlerim doluyorsa, güzel bir şey hissediyorsam kanal, yapım şirketi, yönetmen de içime siniyorsa tamam oluyordu. O kadar zor değildi. Artık bu, birazcık yerinin daha öne gitmesi ile ilgili olabilir. Daha zor seçimler yapıyorum, yönetmenden girip görüntü yönetmeninden çıkıyorum. Her şey bir zincir bir halka bir tanesi eksik olunca o proje tutmuyor. Hani bu vardı burada, şimdi niye yok, diyoruz ya işte o halkalardan biri kırıldığı için olmuyor. Sen de izlerken zaten fark ediyorsundur. İlk önce hikâye her zaman hikâye. Otuz tane no name isim koyabilirsin içine, hikâye öyle bir hikâyedir, öyle bir çekersin ki herkes ağzı açık izler. Hikâye biraz zayıf olabilir ama çok iyi isimler koyarsın, seyirci zaten isimlere bakarken kendini kaptırıp gider. Yönetmen önemli, görüntü yönetmeni o kadar önemli ki.. İnsanlar önceden ne versen yiyorlardı ya artık öyle değil, çok seçiciler çünkü çok seçenek var. Kimin nasıl oynadığını, o senaryonun kimden çalıntı olduğunu, nasıl çekildiğini, planları aksamaları biliyorlar. Artık öyle her verdiğini yemiyor halk. O yüzden doğru yönetmenle, doğru görüntü yönetmenle, doğru yapım şirketiyle çalışacaksın ki maddi taraftan da sıkıntı çekmeyesin ya da sette zorluklarla karşılaşmayasın diye. Kanalın doğru olacak, o projenin arkasında ne kadar durup durmayacağını göreceksin. Kanallar arasında da doğru kanallar, yanlış kanallar; kollayan, kollamayan kanallar var. Bir kanal dizi filminin arkasında ne kadar duruyorsa o diziyi yedi bölümde, on bölümde diretip izlenir hale getirir. ‘İkinci Bahar’ birinci sezonda ne kadar izleniyordu, ikinci sezonda nasıl patladı. ‘Yaprak Dökümü’, ‘Hatırla Sevgili’ ilk zamanlar onuncu sıralardaydılar, şimdi elli share alıyorlar. Birçok etken var ama oturup sadece masa başında düşünüyorsun. Sonra ilk sete kalıyor iş. Hadi yürü, derse başlıyor her şey. Benim hep öyle olmuştur, içimdeki ses yanıltmadı beni. Bu kriterleri yan yana getiriyorum, sonra diyorum ki ne yapayım? Şimdiye kadar hep doğruyu söyledi. Her yaptığım işten üzülmeden ayrıldım ve doğru işlerdi elimde kalan oyunculuğum için, benim için. Adıma, şahsıma zarar vermeyecek işlerdi. Bundan sonra da o içimdeki ses beni yanıltmaz diye umuyorum. Birçok etki var doğru işi seçmek için ve gitgide de zorlaşıyor.
Uyarlama hatta kopya senaryolar hakkında ne düşünüyorsun?
Ben daha uyarlamada oynamadım. Uyarlama biraz kopya işi. Oyuncular için zor mu, kolay mı tartışılır. Yani birebir dizi filmlerden alınmış dizi filmler var şu anda ekranda olan. Ben çok da tarafsız bakamıyorum. Seyirci gibi izlemeye çalışıyorum ama bir şeylere takılıyorum. Örneğin ‘Grey’s Anatomy’yi izleyen biri olarak ‘Doktorlar’a tahammül edemiyorum. İyi iş yapıyorlar evet, hepsi başarılı oyuncular ama hayat böyle bir şey, kıyaslıyorsun. İnsan kendini herkesle kıyaslıyor. Bir iş yapıyorsun o işin iyisi var, yapmışlar. Ya bunu daha iyi yapacaksın ki onu da yapman Türkiye’de biraz zor. Bazı şartlar zorlanıyor. Zor bir şey içinde olunca onu izlemek zorundasın. İzlersen kopya yaparsın, izlemezsen konunun biçimini görmezsin. O kadar ince çizgi ki.. Eğer doğru anlatıyorsan kitaptan uyarlamak ise başka bir şey. Mesela ‘Yaprak Dökümü’ benim izlediğim, çok saygı duyduğum ve kitabını okuyup izlerken hayal kırıklığına uğramadığım ender işlerden biri. Kitap uyarlamalarının dışındaki yabancı dizi film uyarlamaları, formatları bazen itici gelebiliyor. Ben çok sevmiyorum, haz etmiyorum. Çok da konuşmak istemiyorum. Baştan beri çok sert konuşuyorum. [Gülüyoruz.]
Güzel olmak hep avantaj olarak algılanıyor, bunları biliyoruz ama dezavantajları nelerdir? Bunu yakışıklılara da soruyorum güzellere de soruyorum.
Karakter çok uyumlu bir karakterdir ama güzel çirkin arasında ortadır. Ona bakıp, olmaz senden, denebilir. Ayrıca ben öyle güzellik durumu olduğuna inanmıyorum, bunu mütevazılık olsun diye söylemiyorum. Ben eli yüzü düzgün sınıfında kendimi görüyorum. Eğer sen, ben güzelim dersen gelen herhangi bir orta rol için sırıtırsın. Oyunculuk uçtur, diye bir şey yok. Biraz ortalarda olacaksın. Ortada olmanın şöyle avantajı var, her role daha rahat girersin. Ortadayım, ben böyleyim. Bu yüzden bu bana yetiyor ama bunun zorluğunu açıkçası yaptığım iş için görmedim.
Oyuncu bir kadın için sağlıklı bir ilişki sürdürmek zor mu?
Birçok meslek var; bankacı da, muhasebeci de, öğretmen de olabilirsin ama eğer oyuncuysan sanatla, sahne sanatlarıyla uğraşıyorsan şöyle bir zorluğu var. Ben kırk sekiz saat hiç aralıksız çalıştığımı biliyorum. Eve 4 gün üst üste gitmediğimi biliyorum ya da eve gece üçte girip sabah altıda çıktığımı, telefonumu on saat çantama koyup da açmadığımı ya da gidip kim aramış diye bakmadığımı biliyorum. Şimdi bu işlerden anlamayan bir insanla bir ilişki yaşamak istiyorsan nasıl anlaşacaksın? Devamlı, bak bu işler böyle olur, telefonu açmamamın nedeni bu, çanta burada ben setimdeydim, falan diye üç anlatırsın, dört anlatırsın ama bir saatten sonra “Ah yoruldum ya, benim işim daha önemli hadi,” diye gidersin.
O zaman oyuncuların oyuncularla mı olması lazım?
Mutlu olabilmek, sorunsuz bir ilişki yaşayabilmen için ya çok anlayışlı, işine saygı duyan, seni her şeyin üzerinde tutan birini bulacaksın ya da bu işin içinde oyuncu olması şart değil, bu işte biraz daha bilinçli biriyle birlikte olman gerekiyor. Zaten zaman ayıramamaktan değil, sahnedeki herhangi bir rolle, İstanbul dışındaki bir işle, her şeyle ilgili. Ya işini kabul edip anlayıp saygı gösterecek bu işlerde olmayan biri olabilir ya da bu işlerde olan biri olursa yorulmaktan kurtulursun öyle bir şansın var. [Gülüyoruz.] Sadece bu işlerde olan biriyle birlikte oluyorsan hele ki o da oyuncuysa onun da başka zorluğu var ama bütün bu bahsettiğimiz noktalar arasında bir tek güzel şey var. Seviyorsan her türlü zorluğun üstesinden gelirsin.
Aşk kazansın.
Gerekiyorsa iki ay görme o da anlayışlıysa boş ver, diyebilir. Bir de işini seviyorsan aşkta da ortalamayı buluyorsun.
Türkiye’de oyunculuk nasıl algılanan bir meslek? Bunca yıldır çok çeşitli insanlar görmüşsündür. Nasıl bakıyorlar?
Çok sert konuşmak istemiyorum çünkü eskiden okullu olup, akademik eğitim alacaksınız, alaylı ne demekmiş bilmem ne, diyenler vardı ki ben alaylıyım mesela. Hani bunu diyen birçok insan için ben set matematiğini, rejinin nasıl kullanıldığını, kostümün nasıl yapıldığını onlara anlatabilecek konumdayım ama ben okuyanlara hep saygı duydum. Dedim ki, onlar dört sene bunun eğitimini almış, onlar da haklı, matematiği var bu işin, onu aldılar evet. Pratik başka bir şey, o başka bir şey. Şimdi biraz bu işe ne olursun en kötü oyuncu olursun, gözüyle bakılıyor. “Aman ne yapayım, manken mi olayım? Oradan da oyunculuğa atlarım. Bir de kaset çıkarıp patlattım mı!” Bu çok kolay bir işmiş gibi görülüyor. Bu kolay bir işmiş gibi yapımcılar ya da kanallar hiç bu işte olmayan, bu işten anlamayan ya da şarkıcılık yapan isimleri seçiyor. Yani herkes bu işe olmadı, en kötü oyuncu oluruz, gözüyle baktığı için biraz basit gibi geliyor insanlara. Bir taraftan şunu da ekleyeyim; manav da, bakkal da, şarkıcı da, herkes oyuncu olabilir. Önemli olan içindeki o şeyi kıvırabilmek, bükebilmek, onunla oynayabilmek. Eğer varsa ne olursan ol yaparsın. Benim söylemek istediğim yapmasınlar değil. Yapabiliyorlarsa yapsınlar ama yapamıyorlarsa gitsinler. Arz talep meselesi. Herkes her istediğini yapabilir, her şeyi yapmakta özgürdür. Mesela ben televizyon izlemiyorum, derler ya birçok insan ben dizi izlemiyorum falan hadi oradan sen bu işi yapıyorsun dizi izlemiyorsun. Ben hangi kanalda, hangi saatte, hangi dizi var, biliyorum. Kim oynuyor, yönetmeni kim, yapımcısı kim, kim çekiyor, hepsini biliyorum. Bu benim işim, takip ediyorum. Kim nasıl oynuyor, bakıyorum. Sadece belgesel izliyorum, diye bir şey yok. Ben seçimimi izlerken kanal değiştirerek gösteriyorum. O dizi filmi bir daha izlemiyorum.
Acımasız gelmiyor mu sana da? Eskiden iki dönem vardı, bir sonbaharda bir de yaz başı başlardı dizi filmler. Şimdi artık biri bitiyor bir dizi başlıyor.
Birçok kişiyle konuşuyorum, bu dönem daha zor. Diğer zamanlarda işin doğrulup öldürülüp gömüldüğünü, bu kadar hızlısını görmemiştim. Bu sezonda görüyorum. Politika mı değiştirdiler, tahammülleri mi kalmadı kanalların, iki bölüm mü tutabiliyorlar ancak?
Çok acımasız geliyor bana bu. Arkasında durduğu zaman dizinin tutturabiliyor da.
Bir çıtır işler var, isimleri ne bilmiyorum, ben öyle diyorum. Bir de oturaklı, daha baba işler var. Şimdi sen bir iş yapıyorsun o da büyük bütçeli bir iş, 4 tane kafa isim koyuyorsun, kanalın ilk konuşulan işi olsun istiyorsun, yapım şirketine falan güveniyorsun. Onu koyduğun zaman iki bölümde kaldırırsan büyük zarara uğruyorsun. Ben bu kadar büyük bütçeli bir iş çekiyorum, tutturmak zorundayım, deyip reklâm saatini ayarlıyorlar, bir şeyler yapıyorlar. İstedikleri zaman oluyor ama bir de küçük bütçeyle yapılan, ya tutarsa işler var. Onlar tutmadığında hemen olmadı, git, diyorlar. Bu fazla hızlı dönen bir şey. Artık ben de yetişemiyorum. Çekilsin, dursun gözüyle bakıyorlar. İki bölüm bakalım, olmadı kaldır, yenisi gelsin.
Yeşilçam’ın böyle bir dönemi vardı. Aynı senaryoyu değişik oyuncularla çekiyorlardı.
Hatırlıyorum aynı hikâyeyi Kadir İnanır ile Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit ile Tarık Akan oynadı ama o zamanki çekimler ile şimdiki çekimler arasında fark var. Yeşilçam bitti, diyoruz; o işleri açıp gülmek için izliyoruz ya. Hadi değişiklik yap, bu kadar sene geçti. Her şey değişti. O görüntüler, o çekim kalitesi, o kameralar aynı değil, daha güzelse yeni imkânlar da biraz sunulmalı. Bir tane senarist var. Ben izlerken onun dört ayrı işinde aynı cümleleri duyabiliyorum mesela. Niye, ne gerek var? Sinema TV, yazarlık bölümüne gidin, nasıl taze beyinler var. Onlardan ekip kurun.
Ben de yazarlık okudum, yazdığımız senaryolar var ama engel çıkarıyorlar. Onaylanmış iş istiyorlar çünkü para kazanacaklar o işten. Diyecekler ki bak bu işten bu kadar para kazandım, senin işinden kazanıp kazanmayacağımı bilmiyorum. Okul arkadaşlarımdan da yazanlar var ama yapımcılar o kapıları kapatıyor. Senaryo yok diyorlar ya aslında çok var.
On adamın içinde dönerse bir yerde onlar da tıkanır. Hep diyorum, yazı ekibi şart ve gençlerden oluşan ekiplerin kurulması taraftarıyım. Bunu yapanlar var ama daha çok yapılması gerektiğini düşünüyorum. Biraz ekip ruhu, bencillikten çıkmak gerekiyor.
İlerleyen zamanlarda kamera arkası ile ilgili yapmak istediklerin var mı?
Oyunculuktan birçok kişinin senaryo yazdığını ve yönetmenlik istediğini biliyorum, çevremde de öyle insanlar var. Eğer o gözle görebiliyorsa da ne mutlu ama oyuncunun senaryo okuduğu zaman baktığı göz ile yönetmenin, görüntü yönetmeninin okurken baktığı göz başka. Ben şimdiye kadar hep oyuncu gözüyle baktığım için bundan sonra da bu gözle bakmak istiyorum. Bu, ben işimi yaparım gerisi beni ilgilendirmez, değil. Bir şey okurken yönetmenin ne çekeceğini az çok tahmin ederim. İçimden geçiririm ama karışmam. Bir şeyi izlerken nasıl çekildiğine de, ışığına da, devamlılığına da bakarım. Her şeyle ilgilendiğim için konuyu kaçırıyorum bir yerde ama şu anda oyunculuk dışında bizim işlerde kamera arkasına geçeyim diye düşünmüyorum. Daha doyamadım ki oyunculuğa ötekilere geçeyim.
Anılarından kitap bile yazabilirsin mesela 20 sene sonra?
Yirmi sene sonra bu mesleği yapmam herhalde, bilmiyorum. Dedim ya, biraz bıkkınlık değil de kırgınlıklar var birçok şeye karşı. Bu kadar uzun süre çalışınca bir sürü şey görüyorsun.
Peki, tiyatro?
Her sezon tiyatro teklifleri geliyor, çok şevkleniyorum ama dizi film yapıyorsam bir arada götüremiyorum. Dizi filmle tiyatroyu aynı anda götürenlere helal olsun, diyorum. Bu sezonun başında bir yerle anlaşmak üzereydim ama İstanbul dışında bir dizi filme gidecektim, o yüzden kabul etmedim. Dizi filmden de ayrılınca oyun da kaldı, oyuna başladılar zaten. Ocak sonrası için oyun olabilir. Görüştüğüm, konuştuğum yerler var. Tiyatro yapabilirim ama çok fazla tırmalamak da doğru bir şey değil, beyin yorgunluğu oluyor, iş düşünmek yoruyor. O yüzden bu saatten sonra sakin bir hayat yaşayıp mesela iki senede bir, tek sezonluk bir iş yapıp biraz daha dışından bakabilmek istiyorum. Sinema filmi her zaman, her yerde ama dizi film başka. Bu saatten sonra bunun için çaba sarf etmek benim için çok yorucu. Nankörlük etmem, ben buradan ekmeğimi kazanıyorum. Mutlu olduğum işi yapmamı sağlıyor ama gerçekten çok yorucu bir iş. Yaptığınız işin ömrü akşamla öğren arası reyting ölçümleri içinse çaba sarf etmek çok yorucu.
Dizi filmlerin tekrarlarından bir şey kazanılmıyor, kanal onu dilediği gibi kullanıyor, değil mi?
Hiç öyle bir şey yok. ‘Kadın İsterse’ iki kanalda şu anda, her gece hala dönüyor. Herkesin her yaptığı iş bir yerlerde dönüyor. Eğer öyle bir şey olsa çok lüks yaşarız.
Dünyada nasıl?
Dünyada telif hakları, özellikle Avrupa’da çok adaletli işliyor. Kim olduğunu bilmiyorum ama Türkiye’den biri bir yabancı filme dublaj yapmış, bundan 25 sene önce. Her yayınlandığı zaman buraya onun hakkı ödeniyor.
Bir de bizdekini görseler, değil mi? Çok insan zengin olmalıydı.
Yani o yüzden düşün, düşün. Kırgınlıklar işte buralardan çıkıyor ama bir iş sevmeden yapılmıyor. Zor. Birçok şeyle çaba sarf edip uğraşıyorsun hani şahsınla olmasa yaptığın işin düzeni ile ilgili. O çarkın içinde harcanan farklı hayatlar, üzülenler, kırılanlar.. Bir dizi film başlıyor, kırk kişi çalışıyor. Kırk kişiyi üç kişiyle çarp, kaç kişi ediyor. Üç hafta sonra bu iş bitiyor. Hani maddi tarafını düşünmüyorum, insanlardaki üzülmelerden, kırgınlıklardan bahsediyorum. Sete bir telefon gelip, işi durdurun, kaldırıldı acısı ne kadar kötü bir şey. Yani otuz kişinin sette oturup ağlaması nasıl zor kötü bir şey. Benim yayından kalkan işim olmadı ama çok arkadaşımın oldu.
Çok da oyuncunun başarısızlığı ile ilgisi yok.
İzlediğimde çok beğendiğim bir iş, iki bölüm sonra kalkabiliyor. Ben de çok anlayamıyorum. Çok iyi oynuyordun, niye kalktı, desen.. Kalktı işte. İnsan demoralize olur. Mesela ben bu sezon biraz da ondan korkuyorum yani bu senin başarısızlığın demelerinden. Başarısızsan sana fatura kesiliyorsa tamam ama başarılıysan sana fatura kesiliyorsa bilemem. Bir işe başlarken imzayı atıp o işe evet diyorsan başka bir heyecan duyarak başlamak zorundasın ki karşılığını göresin. Öyle bir başlıyorum ki o işe ben, o enerjimi yükseltip sete saklıyorum. 5 hafta sonra ya biterse! Yani buna da bir müddet sonra alışmak zorundayım. O sirkülasyon devam etmek zorunda, üzülüyorum biten işlere ama o işler bitecek, yeni işler çekilecek. Onlarda biz olacağız, o olacak, bu olacak. Onlar da bitecek, bir sonraki oyuncular sıra bekliyor, onlar gelecek. Başlasın işler, devam etsin dersen sırada o kadar çok kişi bekliyor ki.. Ben mesela duruyorum şu anda, bekliyorum; iyi bir iş gelsin, gönlüme yatsın çalışayım diye. Kanal D sezonu kapattı; işlerini tutturdu. Diğer kanallar hâlâ dizi yapma aşamasında. Bunlar bitmezse bu sezon ben uzaktan bakacağım. Tiyatro yapacağım belki. Ben biraz daha işin keyfi tarafındayım, durup bakabiliyorum. Bitenler, işleri bitti diye üzülüyor; yeni başlayanlar yeni işe başlayacağım, diye seviniyor. Çok garip bir duygu. Birinin acısı birinin sevincine dönüşüyor ama insan öyle bir şey ki her şeye alışıyor. Bitenlere de, başlayanlara da alışacağız. O kötü çekilen işlere de alışacağız.
Kendi döneminde en beğendiğin oyuncu arkadaşların kimler?
Nurgül’ü [Yeşilçay’ı], Özgü’yü [Namal] beğeniyorum. Nurgül, dizi filmlerde ticaret işi yapıyor ama sinemada devleşiyor. Vildan’ı [Atasoy] da, Özge’yi [Özberk] de, Saadet’i [Işıl Aksoy] de beğeniyorum. Profesyonelce değil ama yerli ya da yabancı bir oyuncuyu izlerken özel hayatından etkileniyorum. Onun hayatındaki duruşu, izlerken gözümün önüne geliyor. O yüzden çizgime, duruşuma çok dikkat etmeye ve şaşırmamaya dikkat ediyorum. Ben etkileniyorsam böyle şeylerden, bunu izleyen halka da antipatik gelebilir. Eğer sevmediği insansan o kanal, kumandaya basılıp geçilebiliyor. Bir çok insanı beğeniyorum, duruşlarına da dikkat ediyorum açıkçası. Herkes çaba sarf ediyor, iyi işler yapmak, para kazanmak, ödül almak, bu işe ve kendine bir şey katabilmek için uğraşıyor. Geçende bir röportajım çıktı. Halk nelere dikkat ediyor, örnek olsun diye söylüyorum. O kadar çok dizi film var ki bir sürü proje jön bulunamadığı için duruyor ve jön sıkıntısı var. Şu anda iki tane iş biliyorum, üç aydır jön aranıyor, bulunamadığı için ertelendi. Bunu söyledim. Röportaj çıktı. “Yapımcılar karşıma koyacak jön bulamadı. Jön sıkıntısı çekiliyor ve benim karşımda oynayacak jön yok,” diye yazılmış. Çok üzüldüm. Bıkkınlıklarım da bunlardan zaten. Senin sorularındaki kalite farkı da belirgin. Tabii dergi başka bir şey, oyuncuya sayfalarını ayırmış, onla ilgili yazıyor ama gazetede bir başlık koymak ve ona baktırmak zorunda ya böyle bir başlık koymuş. O kadar kırıldım ki.. İki gün evde oturdum, üzüldüm. Sonra dedim ki, sen bunları biliyorsun, neden bu kadar üzülüyorsun?! Üzüntümü yendim. Geçen gün kalabalık bir ortamdayım, bir teyze, “Kızım, sen öyle şeyler söyleme olur mu?” dedi. Normalde başka biri olsa, ukala, şaşırmış bu, der geçer. Teyzeme bak, tanımadan o kadar sevmiş ki beni.
Bu gördüğün sevgi, rol seçiminde etkili oluyor mu?
Olmaz olur mu! Beni böyle görüyor dediğim insanların içinde annem, babam, ailem var.
Çevrendekilere kendini anlatabilirsin ama televizyonda seni yüzlerce kilometre öteden görüp seni bir şekilde seven insanlara nasıl anlatacaksın?
Anlatamazsın. Ben biliyorum ki birçok insan o röportajı okuyup bana kırıldı. Diyelim yarım sayfa çıktı o röportaj, tekzibi ne kadar olacak? Kimse okumayacak onu.
Röportaj yaptığın kişiyi rencide etmeden çekici başlıklar koyabilirsin aslında.
Kimi iddialı bir şey söylemişsin, kötü bir şey söylememişsin kimi de Burçin, sen böyle konuşmazsın, niye öyle bir şey dedin, dedi. Bunu diyenlerle arkadaşlığımı bitirmek üzereydim. Kırgınlıklar burada doğuyor. Böyle bir şey demediğim ve yazılan da o kadar kötü bir şey olmadığı halde yolda çevrilip, o tür polemiklere girme, denilebiliyor. O yüzden duruş çok önemli. Ben sanatçıyım, şöyle rollerde de oynarım, onu da bunu da yaparım falan demiyorum. Evet, bütün dünyada herkes her şeyi yapıyor sanatı için çünkü o işte Burçin olmaktan çıkıyor, o roldeki karakter oluyorsun. Çok saygı duyuyorum ama ben daha beni öyle zorlayacak bir sahne çekmedim. İnsanlar bilinçlendi, o rolü oynayanların gerçekten kötü olup olmadığını biliyorlar. Önüme gelirse kötüyü oynarım. Bu zamanda hala biraz zor olmasına rağmen sinemaysa her şeyi oynayabilirim; kötüyü, deliyi, hayat kadınını.. Dizi filmler biraz daha riskli çünkü hala bir kitleye hitap ediyoruz.
Bu bana çok da acayip geliyor, yurt dışındaki her dizi filmi severek izliyorlar, eğlenebiliyorlar ama Türkiye’de çekildiği zaman dışlıyorlar. Yabancı dizi filmlerdeki bir eşcinsele kahkahalarla gülerken burada Türk biri oynadığı zaman tepki gösteriyorlar.
Seçim senin elinde. Olabildiğinde daha orta yol, ılık rolleri tercih etmelisin çünkü insanların bir kısmı bilinçlendi ama dediğin gibi bir tarafta daha kaptıran, daha bir takım çizgileri aşamamış bir kesim de var. Onlara da bir şey veriyoruz biz. Aile kızı olarak görüyorlar beni. O kadar mutluyum ki bundan. Olabildiğince o çizgiyi yitirmemeye çalışıyorum.
Bu kadar yıldır bu işin içindesin. Bunun dışında neler yapıyorsun? Kendine vakit ayırabiliyor musun? Hobilerin nelerdir?
Her yönetmenin, sevdiğim oyuncuların kendi bölümlerinin olduğu çok güzel bir film arşivim var. Sinemadan çok evde izlemeyi seviyorum çünkü durduruyorum, başa alıyorum, not tutuyorum. Her oyuncunun yaptığı, yapmak zorunda olduğu gibi olabildiğince çok, yemek yer gibi film izlemeye çalışıyorum elimden geldiğince. Oyunculuğa çok büyük bir şey katıyor. 3,5 sene önce at keyfim başlamıştı. Bu ara özellikle son dört aydır biraz profesyonele dönüştürdüm. Haftada 2–3 gün ata binmeye çalışıyorum. İyi sayılacak derecede İngilizce biliyorum, şimdi İspanyolcaya başlayacağım. Bunlar hobi midir, olması gereken midir, tartışılır. Yapmamız gereken şeyler aslında bunlar. Kafamı boşaltmak için olabildiğince yabancı dizi filmlere sardım bu ara. Sinema filmlerini izlerken, her şeyini takip etmekten yoruluyorum ama o dizi filmleri izlerken yorulmuyorum. Çok daraldığımda, sıkıldığımda oturup üst üste 3–4 bölüm izleyebiliyorum.
Şarkı söylüyor musun?
Benim ne yazık ki o konuda bir imkânsızlığım var. Her türlü müziği çok sert olmadıkça dinlemeyi çok seviyorum ama söylemek kısmında benim ağzımı açmamam gereken bir durumum var. [Gülüyoruz.]
- Hande Yöremen 23 Ekim 2007