Tolga ile röportaj yapmaya gitmeden önce Hakkında çok fazla bilgiye saHip değildim. İrem Records’a girdiğimiz andan itibaren Tolga’nın enerjisini; devam eden soHbetimiz boyunca da Hayata, müziğe bakışını açıkçası çok sevdim. Kendi adıma şunu diyebilirim ki ben müziğin içinde Hep böyle insanlar olsun istiyorum.
Tolga Futacı’nın müzik serüveni nasıl başladı?
Hep vardı. Sonradan edinilen bir dürtü değil. Bununla doğuyorsun galiba. Tam bilmiyorum. Birileri söylemişti zamanında ‘Ben bununla doğdum galiba,’ diye. Çok doğru. Bununla doğuluyor büyük iHtimalle. Düşününce ortaokul yıllarında kanun çalmak istedim, kanun alındı. Dersler aldım. Üç sene çaldıktan sonra kanundan sıkıldığımı fark ettim çünkü kucakta duruyor, sarılamıyorsun. Ben enstrümana sarılmayı severim. O yüzden uda geçtim. Ut almadı ilk başlarda babam. O dönem çalışmadığım, okuduğum için babaya muHtaçsın, almadı. “Sen maymun iştaHlısın. Bundan da vazgeçersin, almayacağım,” dedi. Ondan sonra ut taksimleri yapmaya başladım babama ağzım ile karşısına geçip. Güç bela ikna ettim, aldı bir tane ut. Udun ilk geldiği gece babama en sevdiği şarkıyı çaldım garip bir şekilde. Anneannem de öğretiyordu, o da çalarmış zamanında raHmetli. Ondan sonra Türk müziği eğitimim devam etti, bir sürü hoca ile çalıştım. Bir gün atv’den aradılar beni. “‘İner misin, Çıkar mısın?’a başvurmuşsunuz. Hadi gelin,” Ben şoke oldum tabii; kim başvurdu ki diye. Bir baktım babam göndermiş formları kardeşim ve benim adıma. Gittik görüşmeye, dediler ki “Çok fazla Türk müziği ve fantezi dalında başvuru var. Gelin, bizle beraber çalışın, programda ut çalın.” Tamam, dedim ben de. Öyle başladı profesyonel enstrümanistlik hayatım. Daha sonra, orada çok iyi bir batı müziği orkestrası vardı, batı müziğine de orada eğilmeye başladım. Üniversitede okuyordum zaten o dönem. Üniversitede okurken de Akademi İstanbul’da yarı zamanlı konservatuar eğitimi aldım. Böylece batı müziğini de soktum hayatıma. Böyle de gelişti gitti her şey. O sırada tabii bir sürü ünlü isimle de çalışıyordum.
Albüm ne zaman çıktı? Kimlerle çalıştın?
Bu albüm 1 Ocak 2007’de resmi olarak çıktı aslında. Pazartesi gününe denk geldi. Hem ayın 1’i hem senenin başı hem haftanın başı. Eski bir Afrika inanışına göre derlermiş ki “Yeni yıl hafta başına denk gelirse o sene çok bereketli, çok güzel, çok yoğun olur.” Bu hatta bir giyim firmasının reklâmında da vardı, panolarda gördüm. ‘İrem Records’tan çıktı, Aykut Gürel yaptı albümü. Cem Tuncer ki benim Akademi İstanbul’dan sınıf arkadaşımdı, çok iyi bir caz gitaristidir ve hocalık da yapıyor. Hiç bir aranjman yapmadan bütün albümü iki günde çaldılar.
Bağlantınız nasıl oldu?
Cüneyt Duru diye bir arkadaşım var. Burayla bağlantısı olan bir insandı. Onun vasıtasıyla oldu. “Aykut Gürel senin tarzına, tavrına uygun işler yapabilir,” gibi bir konuşma geçti. “Aa tanıştırsana,” dedim. Böyle başladı. Hatta Keremcem çıktığı zaman televizyonda görmüştüm. “Böyle işler yapılıyor mu hala? Keşke birileri bana da yapsa,” derken; çok istemişim demek ki gönülden, denk geldi. Devamında da yaylı grupları, mix-mastering bölümü için de Raks- Marşandiz’e gidildi. Orada yapıldı. Dediğim gibi 1 Ocak Pazartesi günü de raflardaki yerini aldı.
Sence müzik kariyerinde sağlam bir yer edinmenin kıstasları nelerdir?
Sistemin adamı olmamak herhalde.. Yani gözlemlediğim bir şey var. Çok komiğime de gidiyor açıkçası son yıllarca Türk Müziği nameleri içinde olan şarkılar söylemeye alışmış olan bir insan şu dönemde Rnb Hip Hop popüler diye o tarz bir şey yapmaya çalışıyor. Başkalarından şarkı almak biraz da bazı şeyleri kısırlaştırıyor. Ben her zaman kendi üreten insanların daha uzun vadeli olduğuna inandım. Şarkılar ilk etapta sevilir, sevilmez. Çoğu Sezen Aksu şarkısı da ilk dinlersiniz ama “Ne yapmış şimdi Sezen, olmamış,” dersiniz. Üç- beş dinledikten sonra “Yok yok, olmuş. Gene yapmış”a gelir olay. Herhalde bunun da kıstası bu. Kendinizin üretmesi daha samimi geliyor insanlara. Tabana yayılması daha uzun vadede oluyor, biraz zaman alıyor ama sanıyorum üretebiliyor olmak.
Bu albümde kaç tane yitirilmiş aşk var ya da var mı?
Yitirilmiş aşk.. Çalışmadığım yerden geldi. [Gülüyoruz.] O zaman ben şöyle rahat bir pozisyona geçeyim. Yitirilmiş aşk tabii ki var. Otomatiğe bağlamışım ya şimdi acayip heyecanlandırdı farklı bir soru.
Ben onu gözlemliyorum hep. İlk, kendinle ilgili ne söylemek istersin, diye soruyorum. Cevaplar hep otomatik çünkü hep aynı sorular geliyor. Benim iddiam o zaten; kimsenin sormaya cesaret edemeyeceği soruları değil, kimsenin aklına gelmeyen soruları soruyorum.
Cesaret edilmeyecek soru da yoktur zaten. En fazla cevap vermeye cesaret edemezsin.
Beni ilgilendirmeyen şey kimseyi ilgilendirmez, diye bakıyorum olaya. Yani buradaki kaç tane yitirilmiş aşk var derken kimleri yitirdiniz diye sormam. O bölümü bizi ilgilendirmiyor.
Zaten niceliğinden çok niteliği önemli yitirilen aşkların ki sende bir şey bıraksın. Öylesine gelip geçmesi çok mühim değil. Delip geçmesi mühim ki bu sende bir şey bırakıyor. Bir şey bıraktığı zaman da sen arkanda bir şeyler bırakabiliyorsun insanlara bence. Bu anlamda aşk mı diye cevap veremem; aşk mıydı, değil miydi? Ama kimse bunu inkâr etmez; ilk aşklar hiç unutulmaz, böyle bir şey vardır ama şu anda da hakikaten ilk görüşte âşık olduğum insanla evliyim. 18 Haziran’da da bir sene olacak.
Albümde kaç şarkı var?
11+1. Mavi, diye bir şarkımız var. Sadece onun sözlerini Sibel Alaş yazdı. Bir de onun Aykut Gürel versiyonu var, daha keyif için yapılmış bir düzenlemeydi. İkinci klibi de ona çektik. Performans klibiydi. You-tube’dan bakabilirsiniz kliplere. Çoğu insan klip çekildiğinin farkında değil.
Bu albüm kariyer hedefinde nereye getirdi ya da nereye götürüyor?
Bu albüm benim en iyi albümüm çünkü ilk albümüm. Neden en iyi albümüm? En çok heyecanla yaptığım şeydi belki de. Yıllardır, 12 yıldır beklediğim bir şeydi bu. Tabii ilk başta 12 yıl derken, müziğe başladığınız anda elbette ki albüm isteğiniz oluyor içinizde ama o zaman yaptığım saçma sapan bir şey olabilirdi. Nasıl anlatayım ki? Bu çok garip bir heyecan. 3–4 defa hatta 4–5 defa direkten döndüm ben albüm için. Hatta bir keresinde stüdyoya girdik. Çok tanınmış prodüktörlerin tekliflerinden bahsediyorum. Girildi ama hiç içime sinmedi. Karşılıklı oturduk, “Tamam, yapmayalım”a geldi olay. Ben şu cümleyi hep kullanıyorum. Galiba Aykut Gürel gibi bir adamı beklemişim, diyorum çünkü bu bence naçizane bunca zamandır piyasa denen şeye emek vermiş biri olarak akustik müziği en iyi kaydeden insanla yapmak çok güzel bir his. O yüzden her şeyi Allah gönlüme göre verdi. Hatta albümde ‘Bu gece’ diye bir şarkı var. O şarkıyı dinlediğiniz zaman, başlangıcı ortaya kadar gelişi falan hep Parliament gece kulübü tipinde hafif caz gibi bir şeydir ama aslında şarkının özü rast makamında. Ben şarkılarımı yazarken hepsini düzenliyorum zaten kafamda. Bu bağlamda tekrar teşekkür ederim ekibe çünkü hiç karışmadılar neredeyse. Düzenleme yapılmadı gibi gözükse de ne istediysem de kondu. Tabii mantık çerçevesinde istediğim her şey. ‘Bu gece’de hep Adnan Karaduman, meyhane kemanı çalsın istemiştim. Mixlere sadece bir gün gittim ve o adam oradaydı. Ben anlattım bu durumu, hikâyeyi. “Tamam, açın kayıtları; gireceğim,” dedi ve çaldı. En son sır diye bir kitap çıktı. Ben farkında olmadan yıllardır bunu uyguladığımı fark ettim. Bir şeyi gerçekten istediğim zaman o bana geliyor bir şekilde.
Hep çok gülme ağlarsın, derler. Hâlbuki tam aksine çok gül ki daha çok gülesin.
Tabii, tabii.
Cennet Bahçesi’nde içine en çok dokunan şarkı hangisi?
Aslında hepsi çünkü sözlerini hakikaten hissederek yazdım hepsinin ama en sevdiğim şarkım galiba 5 numara: Aşk Yalan. O şarkıyı dinlediğim zaman, o sözlerin geçtiği zamanlara, her dinlediğimde hakikaten gidiyorum. Sezen Aksu bir röportajında, “Bir insan kendi sesinden bu kadar hicranlanabilir mi?” demişti. O kalmış mesela aklımda. Hicranlanacak bir şey de yok aslında işin içinde ama belki de sözleri beni bir yerlere tekrar götürüyor.
Cennet Bahçen nasıl bir yer?
Bütün günümü dışarıda, bir yerlerde geçirip sizinle sohbet edip, kargaşanın/ karambolün içine girip her şeyi bitirip döndüğüm yer. Cennet Bahçesi, İrem demek. İrem, benim eşimin adı. Hayatımda çok ilginç tesadüfler var. Şirketin ismi de İrem Records. Hatta “Şirket mi kurdunuz? Hayırlı olsun, ” bile dediler. Her şey paket halinde gelmiş benim hayatıma sanki.
Her şeyin zamanı var. Hoşuna gitmeyen bir eleştiri aldığında nasıl tepki veriyorsun?
Tepki vermiyorum. Sonuçta benim CD’im bir ürünse ve ben bunu yapmakla mükellefsem bunun en iyisini yapmalıyım. Herkesi memnun etmek gibi bir kaygım zaten yok. Olmamalı da.. O zaman özgürlüğümü kısıtlar bu.
Genelde bazen saldırgan tutumları oluyor insanların. Bunlar da rahatsız ediyor.
En çok gelen ve gelmesini de beklediğim eleştiri; yarışmacı şarkıcı, yarışma şarkıcısı. Mesela bundan çok mutluyum, kimsenin beklediğinden alt seviyede bir iş olmadı.
Ben yarışmalara sıcak bakan biri değilim.
Ben de değilim.
Keşke hep eğitimli, bu işi gerçekten yapan insanlar katılsa o zaman tamam. O bir yol açmadır ama alakasız insanlar da girince kötü oluyor, o denge bozuluyor.
Bizim yarışmadan bir daha yapılmadı. Biraz daha kalburüstü bir yarışmaydı. Bir de yarışmacılar ön plandaydı. Jüriden kaç kişiyi hatırlıyorsunuz ki mesela? Ama ben diğer yarışmaların bütün jürilerini sayabilirim, onlar ön plandaydı. Sonuçta bütün yarışmalarda, bütün televizyon işlerinde malzeme insandır, amaç da reytingtir. Bunu bilip girmeniz lazım zaten oraya.
Şarkını dinlerken ağlayan birini görsen ne yaparsın ya da ağladığı sırada dinlerken görsen? Şarkı ağlattı anlamında demiyorum.
İkisi farklı ama ya..
Biri ağlıyor o sırada senin şarkılarından biri çalıyor, içlenmiş falan.
Benim şarkımın etkisi varsa içten içe bir ego tatmini olur muhakkak ki. [Gülüyoruz.] “Vay kardeşim ne yazmışım,” diye falan. Ben kendi kendime hisleniyorsam yazdığım şeyden başkasının da hisleniyor olması, bu duyguyu samimi olarak vermiş olduğumu gösteriyor. Şimdi çok enteresan, iki ucu pis değnek, diyeceğim; değil. Değneğin her yeri pislik, tutacak yer yok. [Dayanamayıp kahkahalarla güldüm.] Sevineyim mi, üzüleyim mi bilemedim şimdi. Sevinirim tabii canım, benim şarkımdan dolayı diye sevinirim ama bir yandan da “Niye ağlıyor ki acaba?” filan diye de üzülürüm. Ağlamak güzeldir, rahatlatır.
Ne yaparsın? Konuşur musun?
Benim böyle çok alık alık anlarım var. Mesela bir yere girdim, radyoda benim şarkım çalıyor. “Aa benim şarkım!” dedim. Oradakiler döndü “Nasıl yani?” dediler. Beni tanımadılar, şarkıyı sevmişler. [Kahkahalarla güldük.] “Bu şarkıyı ben söyledim,” dedim. “Hadi canım,” dediler. Sonra bir iki dergide röportaj çıkınca, sürekli gittiğim bir yerdi, görmüşler dergide, “Şimdi oldu, taşlar yerine oturdu” demişlerdi. Şaşırıyorum, daha hala alışamadım, garip geliyor bana. Şarkıları çünkü ben yıllarca yazdım; arkadaşlara, eşe dosta çaldım, söyledim. Hiç sosyalleşmemişlerdi. Şimdi sosyalleştiler.
Çalmadın mı bir yerlerde, barda falan?
Çaldım. Mesela FanClub’takiler ‘Cennet Bahçesi’ne çok sahip çıktılar çünkü o şarkıyı hep çaldık onların geldiği zamanlarda ve istek geldi. ‘Usul Usul’ ve ‘Cennet Bahçesi’ne çok istek geliyordu.
Hayallerinin peşinde koşar mısın?
Koşarım tabii. Koşmaz mıyım?! Hayalleri kaybettik mi her şey kaybolmuş demektir.
Karşındaki kişiyi etkilemek için hiç müziğinden faydalanıyor musun?
Dum. [Gülüyoruz.]
Şimdi ben de evli olduğunu öğrenince sorsam mı sormasam mı diye düşündüm ama bunu illa aşk ya da cinsellikle ilgili değil, herhangi bir şey için soruyorum. Bir yere gittiğin zaman hani insan kendini göstermek ister. Şarkı söylemek bu işlerde en kolayı; mesela yazar olduğun zaman “Bak, ben bunu yazdım,” demek olmuyor.
Öyle bir şey yapmadım. Yapmam çünkü sahne dışında şarkı söylemek bana teneffüste ders çalışmak gibi geliyor. Yani ben sahnede şarkı söylemeyi seviyorum.
Kendinleyken şarkı söylemiyor musun ya da arkadaşlar arasındayken?
Yok, söylemem pek. Böyle çok acayip, olağanüstü keyiflenmem lazım ki hiç düşünmeyeyeyim onu. Çalayım, söyleyeyim falan. Normalde dinlemeyi daHa çok seviyorum.
İhanete en çok uyan şarkı Hangisi? Seninkilerden de olabilir başkasının şarkısı da olabilir..
Özlem Tekin’in şarkısı: ‘Aşk Her şeyi affeder mi?’
Affeder mi?
[Tolga burada bir aH çekti.]
Bilmiyorum.
Kısa bir sessizlik oldu ve “Doğru bir cevap oldu,” dedim ve güldüm.
Bilmiyorum, o ana bağlı. Ben her zaman çok dürüst oldum Hayatımda tüm insanlara karşı. Bir dönem bir kız arkadaşım vardı ve ben bir kızla tanıştım. Hakikaten çok Hoşlandım ve kız sadece 11 gün için Türkiye’de kalacaktı ve ben kız arkadaşıma onunla da 2,5 senedir beraberdik, ‘Böyle böyle bir durum var. Ya bana 11 gün müsaade et, ayrılalım ya da bir şey olsun çünkü aklımı sana vermem mümkün değil şu anda. Ya da tamamen bitsin. 11 gün aklıma bir şey gelmez emin ol ama sonra kendimi yerden yere vurabilirim. Böyle bir ihtimal de var.” O da “Tamam,” dedi. Sonra biz tekrar beraber olduk. Onun gözünde bu bir iHanet değildi, benim gözümde de değildi aslında çünkü bir dönem için ayrıldık, birbirimizi özgür bıraktık sonra tekrar bir araya geldik. Çok sürreal gelebilir bu durum ama böyle bir şey yaşadım.
Klasik bir soru soracağım ama bu tamamen kendi egomla ilgili. Kitap okur musun?
Okurum tabii.
Ne sıklıkla?
Sürekli. Aynı anda 2–3 kitap okurum hatta. Okumanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Okumak derken müzik yapıyorsam müzikle ilgili kitaplar değil sadece. Okumak mutlaka bir şey katıyor. Ben senle konuşurken 50–60 kelime ile ya da 100 kelime ile sınırlı kalmıyorsam, konuşmamı zenginleştirmeye çalışıyorsam bunların Hepsi kitap sayesinde. Hakikaten okurum ve okuyan da bir aileden geliyorum çünkü. Babam yerde gazete kâğıdı bulurdu, okurdu mesela.
Aslında sorunun cevabını az çok taHmin edebiliyorum ama yine de soracağım. Eğlence dünyasının mı yoksa sanat dünyasının mı bir parçası olmak istiyorsun?
En başta demiştim ya sistemin şarkıcısı değilim. Sistemin insanı değilim galiba. Bunu fark ettim. Biraz önce de baHsettim; Hani bir müzik türü moda diye benim öyle bir şey yapmam komik olur. Söyleyemem çünkü içimde böyle bir şey yok. Ben ne Hissediyorsam onu üretmeye ve vermeye çalışıyorum. İnsanlar sever sevmez, bunu bilemem. Dediğim gibi en iyisini yapmak zorundayım. Ondan sonrası da dinleyicinin işi.
Bugüne kadar, isim sormayacağım, HerHangi bir müzisyen için yaptığın en acımasız eleştiri neydi?
[Tolga düşünmeye başladı.]
Düşünüyorum, pek yapmam galiba.
Beğenmediğin bir iş olduğunda ki mutlaka oluyordur, ne gibi bir tepki veriyorsun?
Belki de şuna kızıyorum sadece. Ben şarkı söylemeye çok emek verdim. Şarkı söylemeyi öğrenmek için ciddi emek verdim. İlla okulda okumanız gerekmiyor yani içinden gelen bir şeyse başka türlü de eğitim alabiliyorsun dışarıdan veya içeriden, fark etmiyor ama maddi manevi çok emek verdim ben bu işe ve bunun çok kolay bir işmiş gibi gösterilip insanlara sunulmasından raHatsızım. İşi olmayan Hatta bu yapamadığını bile bile bu işe giren insanların Hepsini eleştiririm ama prensip olarak da benden önce kim çıkmışsa onlar için bir şey söylemem çünkü bir şekilde değer görmüşler.Evde kendi kendineyken kafasından geçirebilir insan. Ben çok geçiriyorum, bir sürü yazar Hakkında fikirlerim var olumsuz. O anlamda yani. Kim olduğunu da o yüzden sormuyorum. Senin en kötü eleştirin ne bu ülkedeki müzisyenlere karşı? Gerçi gerçek müzisyenlere bir şey denmez de.. Müzisyen ile şarkıyı ayırmak gerekir belki de.. Müzisyenlere karşı bir şey söyleyemem çünkü belli bir seviyenin üzerinde olmazsanız piyasada kimseye çalamazsınız. Şarkıcı konusunda da en fazla doğru nota basmayan, sesin genişliğinden baHsetmiyorum, doğru nota basmak bu işin birinci kuralı; doğru nota ile söylemek gerekir. İsim verme, dedin ama iyi bir örnek olduğu içinisim vereceğim. Mesela İlHan Şeşen çok iyi bir şarkıcı değildir, çok geniş bir sesi yoktur; kendi cümleleri buraya kadar ama o kadar güzel duygu verir ki..
Erol Evgin gibi..
Evet, saHnesini izlediniz mi bilmiyorum ama Erol Evgin’in saHnesi okul gibidir. Birkaç kere izledim, benim arkadaşlarım çalıyor ona, oğlu da yakın arkadaşım. Hakikaten saHnesi okul gibidir. Bence birçok şarkıcının gidip Erol Evgin’in saHnesini izlemesi gerekir. Kast ettiğim duygu o zaten.
Canın sıkıldığı zamanlarda seni kendine ne getiriyor?
Durmak. Dururum sadece. Bir yerde okumuştum “Canın sıkıldığı zaman, depresyona girdiğini Hissettiğin zaman bırak geçsin içinden o.” Duruyorsun, o geçiyor içinden. Sonuna kadar yaşarsan oradan da bir şey çıkarabiliyorsun kendine aslında. Bir şey canımı sıkarsa duruyorum sadece ya da toprakla, baHçeyle ilgileniyorum. Bir de çocuk seviyorum, bütün elektriği alıyor.
Gerçi bu sorumun cevabını aldım aslında ama sorayım merak etme. Sorum manasız olacak ama cevap vermen gerekmiyor, evlisin. Kariyerin uğruna aşkını gizler misin, diyecektim. Evli olmasan gizler miydin?
Hayır, ben Hangi takımı tuttuğumu da gizlemiyorum. İllet oluyorum çünkü gördüğüm zaman. “Ben milli takımı tutuyorum, Hayranlarım gücenmesin,” diyorlar. Yok, böyle bir şey.. Bu bana çok saHte geliyor. Karşımdan baktığım zaman bana saHte gelen bir şeyi ben yapmak istemem. O yüzden bir şeyi gizlemem. Ne olacak ki!
Bu albüm ve kariyerin boyunca özellikle belirtmek istediğin, destek aldığın kimler var?
Profesyonel kısmı dışında ailemin çok büyük emeği ve desteği vardı. Eşimin de aynı şekilde. Dostlarım da sağ olsun; onlar da benim başka bir iş yapmamam gerektiğini savundu, destek oldular. Çevremdeki Herkesten destek gördüm sonuçta.
Yarışmadan sonra sana da oyunculuk teklifi geldi mi? Özgür’ün rolünü Cenk’e de teklif etmişlerdi.
Bana da teklif geldi. Ben de gittim onun görüşmesine. Hatta Cenk ile karşılaştık orada. Ondan sonra 3-4 teklif daHa geldi ama ben Her zaman “İstemiyorum,” dedim. Benim ilk öncelikli Hedefim albümü çıkartmaktı ama şöyle bir şey var; benim örnek aldığım insanların tamamı yurt içi ve yurtdışından olsun; müzikallerde, sinema filmlerinde oynayan ya da onlara iş yapanlar, tiyatroyu çok ayrı tutuyorum bu işten. Televizyon daHa kolay bir şey..
Aslında öyle geliyor ama dizi film oyunculuğu o kadar kolay bir şey değil. İfadeyi yakın çekimlerde özellikle çok iyi vermek gerekiyor. Cenk’e de itiraz ettim, “Neden kabul etmedin?!” diye. “Ben müzik yapmak, albüm çıkarmak istiyordum. Oyunculuk çok ters.” dedi. Ben yazarlık eğitimi alırken, bize dediler ki “İyi bir oyun yazarı olmak istiyorsan bir oyunda mutlaka oynamak, saHneyi bilmek zorundasınız. Ben gittim bir oyunda oynadım. Hiçbir zaman kariyer çizgimde oyunculuk yok ama saHne sanatları ile ilgili bir şey yazacaksam o ışığı, dekoru, oyuncuyu bilmem gerekiyor. Müzikaller derken sadece şarkı söylemenin dışında bence oyunculuk kısmı da çok önemli. [Ne çok konuşmuşum!]
Bence drama eğitimi almanın şarkı söyleyen insan için de çok büyük önemi var. Ben kısa dönem aldım, şimdi de bir oyuncu koçuyla devam ediyorum. Şarkı söylerken çoğu zaman o sözleri düşünmediğimi fark ettim ben. Melodinin bana kattığı Hisse dayanarak bir şeyler veriyordum insanlara ama sözlere de bakmak lazım. Sözlerde çok derin bir aşkı anlatıyorsa onu Hissederek söylediğin zaman direkt gözlere ve sesinin tonuna da yansıyor aslında bu. Oyunculuk dersi de alıyorum şu anda, Mahir İpek ve arkadaşım Hakan Yılmaz ile çalışıyordum. Son dönemde Hatice Aslan ile çalışmalarıma devam ediyorum. Hakan ile de hala ara ara çalışıyoruz.
Dizi film projesi var galiba, imzalandı diye okudum.
Evet, Temmuz içinde yayınlanmaya başlayacak. Başladık bakalım, ne olacaksa göreceğiz.
http://www.tolgafutacifan.com/forums/index.php?topic=184.0
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=tolga+futaci
Hande Yöremen