+ yazılar

Uzun bayram tatilini fırsat bilip aylar evvel planladığım öte yandan yıllardır gitmek görmek istediğim  dostlarım için Kanada’nın 3.büyük kenti Vancouver’daydım.

İlk önce Kanada’ya gideceğimi söylediğim yakınlarıma ”Ne işin var oralarda, dünyanın ucu hatta buz gibidir oralar,” cümlelerini boşa sayıp Temmuz ayında almış olduğum Wingscard’ın Rüya Şehirler Mil kampanyası bileti ile bir anda Vancouer’de buldum kendimi. Tabi hemencecik değil. Önce vize işlemi için kafamda sıkıntılar oluşmaya başladı. Başvuru İstanbul’dan değil posta yoluyla Ankara’dan gerçekleşecekti. Başvuru formunun üzerinde ”Kanada ya gitmek ayrıcalıktır,” gibi bir ibarenin var olması beni daha da huylandırdı. Sağa sola söylüyordum  Kurban da Kanada’da olacağım diye, ya olmasaydı. www.kanada.com.tr  sitesindeki formları ve talepleri doldurup Perşembe akşamı İstanbul’dan Ankara’ya kargoya verdim. Salı akşamı saat 16.00’da İstanbul’a onaylı vizemin gelmesi adeta havalara uçurdu beni. Nasıl kısa bir süreçte gerçekleşti anlayamadım.

Londra’dan aktarmalı yaklaşık 10 saatlik uçuşla Vancouver’a vardım. Şehirde o kadar yorgunmuşum ki uçakta devamlı uyudum sadece yemek aralarında uyanmışım bir de Leonardo di Caprio’nun Inception  filmini izlerken gözlerim açıktı. Kanada sınırlarında uçaktan inince farklı bir bölgeye geldiğimi fark etmedim dersem yalan olur. Her şey gayet güzel tıkır tıkır işliyordu fakat uçakta bulunan Hintli gruplarla benim gibi birkaç Türk vatandaşın çantalarını boşaltıp kontrol ettirmeleri keyifsizdi. Hele hele
”Çantanızda kokain var mı?” cümlesine tam gülecekken memura ”I don’t even smoke,” dedim. Ciddi oldum çünkü yanlış anlaşılmak istemiyordum ama ta geçen hafta Beyrut’tan beri yemeğe kıyamadığım kocaman elmamı alması beni üzdü.

Havaalanından ayrılınca arkadaşlarımın aracıyla şöyle kısa bir şehir turu yaptık. Geçen yıl gittiğim Dubai kadar devasa binalar olmasa da Vancouver’e çok katlı şık binalar dikkat çekiyordu. Burası da adeta Amsterdam gibi geniş caddelerden ibaret ışık sistemi epey gelişmiş bir şehir idi. 2004 yılında
Amerika kıtasının  en iyi şehri seçilmiş, İngiliz Kolombiyası eyaletinde yer alan şehir Kanada’nın en büyük liman şehri. 2010 yılında (bu yıl) gerçekleşen Kış Olimpiyatları dolayısıyla Vancouver’a adeta reform
getirmiş. Hep bildiğimiz Kanada soğuğu burada fazla belirgin değil. Benim kaldığım süreçte yağmur biraz yağdı. Hava İstanbul Aralığını andırıyordu. Kah güneş açtı kah serinlik yaşandı. Nüfus yoğunluğu Kanada’nın diğer kentlerine oranla yüksek olsa da İstanbul’da yaşanan karmaşa burada kesinlikle yok. Şehrin her yerinde çeşitli ülke mutfaklarının var olduğu restoranlar var. Japon, Thai, İtalyan, India, Kore bunların başlıcaları fakat Türk restoranlar yok denecek kadar az adeta yok gibi dönerciler var
şekil açısından güzel. Caddelerde dolaşırken araçların insanlardan daha önce durması yolları halkın kendisinin temizliyor olması (tabii ki çöpçüler var) kısaca kurallara uyulmuş olması güzel.Mesela burada arabasız olmuyor ama yurdumdaki gibi aracını pat! diye park edemiyorsun illa ki direktlere para vermen lazım. Paranın bozuk para olması lazım. Lazım da lazım. İspark da yok veya şuradan bir şey alacağım iki dakika araba kalsın da, yok.

Şehri ilk gün arkadaşımın bana verdiği şehir haritası ile kolaçan ettim. Oturdukları semt gerçekten Vancouver’ın orta noktası alış veriş merkezlerine, plajlara, piyasa caddelerine oldukça yakın. Bu durum da benim gibi bir turist için nimetti. Yani fazlaca araca binmeye gerek yok. İlk önce Barclay’den çıkıp bizim yarı Bağdat Caddemizi andıran Robson Caddesi’nde turladım. Burada bayağı şık mağazalar olunca sanki yurdumda yokmuşçasına özgürce mağazaları gezdim. Tek tük % li iskontoları görünce kaçırmadım.
Cadde de dikkatimi çeken neredeyse her 100 m’de bir Starbucks ve hemen karşısında Kanada’ya özgü Blenz kahvecilerinin dolu oluşuydu. www.blenz.com Ben de gönülleri kırılmasın diye her gün ayrı bir dükkanda kahvemi yudumladım. Ha burada en önemlisi Türkiye’deki gibi oturup gelip geçen krite
edilmiyor. Kahveyi yudumlarken insanlar ya ders çalışıyor yada bir şeyle ilgileniyor. Ben bile bu süreçte devasa kitabımı bitirdim buralarda oturarak. Yoksa İstanbul’da nerede? Ona selam, buna yangöz. Bir de bana tuhaf ama normalde doğal olan şey herkesin elinde kahve bardağı ile yürüyor olmasıydı.

Vancouver’in ilk akşamı Cuma günü olması dolayısıyla şehrin eğlence hayatını da daha yakından tanıma  fırsatını bulabildim. İlk önce semtin trend bölgesi Yaletown’da konuşlandık.  Restoranlar ve kafeler bölgesi olarak geçiyor. Stil bir bölge kiralar Nişantaşı değerinde yazın daha sokağa dökülen kafeler mevcutken şimdilerde halk içeride oturuyor haliyle. Burada ilk uğradığımız restoran EARLS oldu. Hani bizim Midpoint gibi şehrin her yerinde mevcut şık restoranlar, burada çalışan garson kadınlar oldukça güzeller. Adını
bilmiyorum ama Lost  dizisinde da rol alan bir bayan da EARLS kızı imiş. Dükkanda deri koltuklar gülen yüzlü insanları görünce insanın içi daha da açılıyor. Burada sadece apaeratif aldık ve kendi özel birasından yudumladık. Fiyatlar da oldukça makuldu. EARLS’ın üst katında bulunan VIP bölüm sadece rezervasyon ile çalışıyor. www.earls.ca Burada yediğimiz kalamar o kadar güzel olmasa da patatesler harikulade idi. İşin ilginç yanı bahşişi gelen adisyona yazıyorsunuz. Kredi kartınızdan direkt çekiliyor.

Yaletown’da diğer mekanlar ise pasifik mutfağının en ünlü deniz ürünlerinin sergilendiği Goldfish,y öresel yemeklerin bulunduğu RTL açılımı Regional Tastinger Lounge. Arka sokakta bulunan Cactuc Club’ta EARLS’in benzeri şehrin çeşitli yerlerinde var. Burada bulunan CLOPPINO’S en ünlü İtalyan restoranı Hollywood ünlüleri buraya sık sık geliyormuş. Aslında o gece kapıda acayip araçlar vardı. İçeri bir sıyrılsam kimleri görecektim bilemiyorum artık. Hemen ileride Bluewater’de deniz ürünleri restoranı bulunuyor. www.bluewatercafe.net ve en ortada kocaman Mavi Jeans mağazası bulunuyor ama camda Kıvanç Tatlıtuğ fotoğrafı yok. Neden mi? Çünkü buranın yerli çoğu genci Kıvanç gibi. Hemen ileride Yaletown Schedules yoga merkezi bulunuyor. www.westcoasthotyoga.com

Gece yaşamı da bayağı hareketli hani. Gündüzleri sıkı sıkı ama şık giyinen kadınlar kulüplere epey dekolte geliyor. İşin ilginç yanı kim olursa olsun, kapıdaki o anlamsız kuyruğa giriyor ve kapıdaki ağabeyler içeri canları istedikçe tek tek alıyorlar. Yine kim olursa olsun kimlik kontrolü yapılmadan içeri alınmıyor. Georgia Caddesinde bulunan AUBar da bunlardan biri. İçeri kesinlikle büyük çanta ve ceket ile alınmıyor. Mesela benim son bir yıldır üstümden çıkarmadığım siyah kapüşonlu eşofman üstümü dahi çıkardılar. Nedense! ticari mi güvenlik mi bilemedim ama içerideki müzik gerçekten kayda değer bir modda çalıyordu. Zencisi, beyazı bir anda dans pistindeydi. Şuna inandım ki son bir ay içinde İstanbul’da, Amsterdam’da, Beyrut’ta şimdi de Vancouver’da dinlediğim şarkılar hep aynı. Müzik ne kadar evrensel değil mi? Aynı şarkılarla dans ediyoruz ama aynı havada hep savaşıyoruz. Bir ara var mısın bizden de bir şey çalsın, dedim kendi kendime çünkü içeri girerken kapıdaki görevli ”Oooo Turko,” dedi ya bakarsın bizden çalar, dedim olmadı. www.aubarnightclub.com

Robson Caddesine çok yakın Denman Caddesinde daha evvel de dediğim gibi birçok ülkenin mutfağı var. İşte bunlardan biri olan Zakkushi’ye gidiyoruz bir anda. Arkadaşlarım  ”Sen hiç Japon ocak başına gittin mi?” diye soruyorlar. Al işte ”Sana Japon ocak başı”. Evet, gerçekten öyle, Zakkushi; bildiğimiz kebapçı misali ama hakiki Japonlar çalışıyor. Rezervasyonsuz kesinlikle yer bulunmuyor. Biz şansa ocak başının dibine yer buluyoruz. Kendime yoksa tanınıyor muyuz diyorum bir anda. Fiyatlar 1-2 dolar arasında
değişiyor. Burada da duman altı oluyor insan ama bambaşka bir durum. Japon rakısı sunuyorlar. Bardağın altına tahta bir kapla veriliyor ama rakı bardaktan kapa taşıyor anlamıyorum bir türlü fiyatı 1 kadeh 8 dolar. Rakının tadı yalnız beyaz şarap gibi.  Etler gerçekten leziz ve yumuşak. www.zakkushi.com

Denman Cadesinin bir ucunda da OLYMPIA adlı yunan restoranı var. İçerisi bildiğimiz deniz mavisi renginde masalar da beyaz mavi bir sirtaki ortamı yok sadece. Bu mekanda yıllardır Vancouver’da özünden bir şey kaybetmemiş. Burada da set yemekler sunuluyor. Evlere servis var. Benim yediğim dana etli menü gayet güzel pişmiş olduğundan sakin sakin yerken arkadaşlarımın yediği musakka menüsünden tadmadan olamıyorum. Menülerin fiyatı 12 dolar, yan masadaki Amerikalının yediği karidesli pizza için tekrar gelinmeli Vancouver’a. www.olympiapizza.com

Bir diğer restoran da Davie’de bulunan Thai restoranı Thida Thai. İçerisi diğer gittiğim Thai restaurantları gibi süslü değil ama yemekler harikulade. Burada Taya adlı Taylandlı bir kadın garson çalışıyor. Ona ”Ben de Taylandlı bir firmada 15 yıldır çalışıyorum,” deyince. Ben orada bir yakını çalıştığını söyleyecek zannederken. Bana ”Tayland’ın en büyük firmalarından en kalitelisi,” diyor. www.cpturkiye.com

Burada her zaman beğendiğim Tom Yam Soup’u içiyorum. Ne kadar acı olsa da bana hep tatlı geliyor. Diğer yemek Stupped Chicken Wings bir tür pirinçli tavuk dolması gerçekten nefis. Ortaya söylediğimiz Red Curry pilavla beraber nefis oluyor. Thida Thai de içecek olarak Kokanee birası içiyoruz.
Buz dağlarından gelen anlamına geliyormuş.  www.thidathairestaurant.com Tel. 604-6693588

Vancouver da hep yemek olacak değil tabii. Mesela şehrin ortasında burayla tarih olmuş Hotel Vancouver var. İçerisini gezdim gerçekten tarihi dokuları yaşatıyor. Şimdilerde tüm şehirde olduğu gibi burada da Noel havası yaşanıyor. Hatta gece için çeşitli fiyatlar da sunulmuş. www.fairmont.com/hotelvancouver

Şehrin içerisinde Çin Mahallesi kendini tam anlamıyla gösteriyor. Dükkanlarda satılan balık ve diğer çeşitli yiyecekler yanında kırmızı ağırlığının olduğu hediyelik eşyalar mevcut. İstasyon tarafında bulunan eski Vancouver mahallesi gerçekten görülmeye değer, mağazalar, hoteller, her 15 dakikada bir üfleyen (duman çıkaran) saat gezilmeye değer. Bunun yanında heryerde ücretsiz olarak faydalanabilenecek halı sahaları ve tenis kortları halkı bekliyor. İstasyon kenarında bulunan  Steam Works’te içtiğimiz birayı ve
ortaya söylediğimiz tatlı soslu patatesi herhalde hiç unutamayacağım. www.steamworks.com  Bir diğer dikkat ettiğimde erkek ve kadın kuaförlerinde genelde bayanların çalışıyor olması. Bunun yanında sanat müzeleri ve kiliseler şehrin orta yerinde rahatça gezilebiliyor. Totemleri yakından görebilme imkanı söz konusu. En önemlisi şehir postanesinin hemen karşısında bulunan kütüphane öyle kapsamlı ki anlaşılır değil. Vancouver Public Library de Roma tarzında yapılmış 7 katlı binada 1.5 milyondan fazla kitaba ve
Kanada’da çıkmış gazete ve dergilere ulaşabilme imkanı var. Kütüphanenin içinde kafeler, büfeler ve hediyelik eşya satan mağazaların olması ilginç değil mi? Bu arada her semtin kendine ait bir kütüphanesi var ve halk evi tabir edilecek kültür ve spor merkezleri de ücretsiz. Yollarda dilenci tarzında tipler dolaşmıyor değil. Bunlara devlet her ay 550 dolar aylık veriyormuş. Üstüne bir de dilenmek ne güzel valla. Yurdumda asgari ücret, emekli maaşı o kadar. Ne yapsın o zaman yurdum insanı. Şehrin belki de ülkenin her yerinde özürlü veya yaşlı insanlar kendi kullandıkları özel araçlar ile dolaşıyorlar. Onlara ait yollar var binalardaki asansörler onlara göre ayarlanmış. Otobüslere bu araçlarla rahat rahat binebiliyorlar.
Türkiye’deki gibi kimseye muhtaç değiller bu tür özürlü veya yaşlı insanlar kendi alışverişlerini yapabiliyorlar.

Vancouver’e gelen her yetişkin  yabancının İngilizceyi rahatlıkla konuşabilmesi için çeşitli uygun ve ücretsiz kurslar var. Bunlara dönemsel olarak yazılıp İngilizce’yi öğrenebiliyorsunuz. www.welcomebc.ca

Hayat hep gezmek ve yemekden ibaret ya biz yine yemeklere devam edelim. Robson Caddesi ile  Thurlon ışıklarında keşfettiğim TRIPLE O’S galiba şehrin en güzel Hamburgercisi biraz pahalı olsa da 12 dolara kocaman bir hamburger, 1 patates kızartması ve Granville’ye özgü bira alabiliyorsunuz. Aklımınızda
bulunsun Salı günleri bu menü 3 dolarmış.

Hani demiştim ya Türk mutfağı burada bilinmiyor diye. Eve sipariş verdiğimiz pizzacı Türk Malı çıkmaz mı? Adı Megabite Pizza. Siparişleri Serdar adlı biri getirdi. Burada yaşıyormuş. Bu arada Megabite’yi şehrin her yerinde görüyorum, bayağı popüler ama pizzası bir harika simit hamuruna yapılmış kocaman bir tavuklu bir de etli söyledik ama bitiremedik (Evet, ben bitiremedim). Gerçek manada çok güzel. Türkiye’de bu tarz pizza yapılsa gerçekten tutar. www.megabitepizza.com

Şehir bir yarımada üzerine kurulu olduğundan denizlerle çevrili. Kıyı boyunca sahil şeridi çok güzel gözüküyor. Yaz aylarında burası düşlediğim gibi diyorum kendime. Denizin doldurulmasıyla oluşturulan  Granville Adasına hemen karşısından kalkan küçük teknelerle 5 dakikada geçme imkanı var. Gidiş dönüş 5 dolar. Burada bambaşka bir Vancouverla karşılaşıyorsunuz. Pazar yeri, marketler, mağazalar ve sanat atölyeleri yanında bira fabrikası da var ama karşı bloklara karşı içilen kahve ve yenilen yemekler burada da güzel. Blue Parrot’ta yediğimiz ponçik ve devasa kahveyi keşke tekrar yiyebilsem.

Taa tepelerden şehre kuşbakışı bakmak istiyorsanız Cypress dağının eteklerinden Vancouver bir başka güzel oluyor. Batı Vancouver da adeta bambaşka bir dünya ile karşı karşıya kaldığım Lighthouse Park’ta acaba kaybolsak ne yaparız? Düşüncesi hep aklımdaydı. Geyiklerin bazen ayıların dolaştığı bölgede dolaşmanın heyecanını herhalde hiç unutmayacağım. Hele Juniper Point bölgesinde Pasifik Okyanusuna sırtımı dönüp fotoğraf çektireceğimi  düşünmezdim. Bu bölgede en dikkat çeken insanların ormanda dahi köpeklerini gezdirirlerken ellerine poşetleri ile dolaşmaları oldu. Bizde olsa gübre olur boşver der, geçeriz. Buradan şehre geçerken yıllardır Vancouver’in en ünlü elmalı keklerini yapan  Savary Island’a uğramadan edemiyorsunuz. sipco@shaw.ca Küçük bir dükkanda sıraya girip elmalı tartlarımızı ve kahvemizi yudumlarken yanımıza gelip burada yaşayan Düzceli Şenol beyin selamını buradan tüm dostlara iletiyorum.

Öte yandan Aldergrove de bulunan hayvanat bahçesinde de 600 çeşit hayvanı görme şansı var. 1970’den beri faaliyet gösteren Vancouver ZOO için www.gvzoo.com u tıklamak yeterli. 1 kişi 22 dolar.

Şehrin belki de en güzel bölgesi olarak nitelendirdiğim Stanley Park’ı görünce büyülendim bir anda. Kentin ortasında 400 hektarlık bir alanda 1888 yılından beri var olan ormanda okyanusa paralel bisiklet  ve yürüyüş yolları, halk havuzu, restoranlar, yerli totem anıtları yanında park içinde ördek, kaz, rakun, kokarca ,sincap gibi hayvanlar var. Geceleri kır kurdunu görmek olası. Bu arada akşamları buralarda bisiklete binecek iseniz muhakkak kask takılmalı ve bisikletin arkasında ve önünde ışık yanmalı yoksa cezası 50 dolar. Bu kadar büyük bir alanda temizliğin var oluşuna hayretler içerisinde kaldım.   www.vancouverparks.ca

Vancover’in güney bölümünde bulunan Richmond yerleşkesine arabadan ziyade metro ile gitmek daha avantajlı ve renkli. Mesela Pasifik üzerinden tren ile geçmek kadar ilginç bir şey yok herhalde. Buraya daha ziyade yerli Hong Kong da deniliyor. Daha çok Çinliler yaşıyor genelde hepsi zenginler. Birçok alışveriş merkezi var. Aberdeen denilen iş merkezinin içinde iki katlı ucuzcu bir mağaza var. Akıllara zarar ne ararsan var en fazla 5 dolar. Yemek için binada alternatifler var ama Aberdeen iş merkezinin içinde de çeşitli Çin restoranları mevcut. İlk önce Kk Dollar Hot Pot adlı restorana giriyoruz burası biraz pahalı ve boş olduğu için ben pek ısınmıyorum buraya. Hemen ileride HKYK adlı restorana bakıyoruz ki burası gerçekten güzel. Bizi hemen ortada bir masaya alıyorlar içeride herkes Çinli. Masanın ortasında bir ocak var ve yemeğimizi burada biz kendimiz yapacağız. Bir nevi ‘Kendir Pişir Kendin Ye’ tarzı olacak. Önce ılık bir Çin çayı geliyor. Daha sonra deniz ürünlerinin olduğu kalamar, karides, istiridye, somon, ahtapot, adını unuttuğum beyaz balığı bir güzel acılı suda haşladım. Yerken inanılmaz bir haz aldım doğrusu daha sonra tavuk eti ve tavuk kanadı, biftek, Japon makarnasını haşlayıp bir güzel yedik. Benim
için gerçek manada bir ilk idi. Gayet de güzel doydum, diyebilirim. Fiyat olarak cola dahil adam başı 18 dolar veriyorsunuz. İki saat boyunca limitsiz yeme imkanı var ama biz tabii ki iki saat kalmıyoruz HKYK’da. Tel. 604-273-3202

Yaz aylarının en güzel yerleşim yerlerinden biri Kitsilano’da emlak fiyatları epeyce yüksek. Yunan göçmenlerinin  ve Yunan restoranlarının yoğunluğundan buraya ‘Little Greece’ deniliyor. Kitsilano’da plajlar gerçekten muhteşem kış ayında dahi güzel gözüküyor. Vancouver’e farklı bir bakış yaşanıyor buradan. Jericho plajının olduğu bölgede yemek için alternatif yerler var. Bunun yanında dünyanın çeşitli yerlerinden gelecek tek ve çoğul gençler için yurt tarzında bir otel var.

Bir şehirde dokuz gün kalınca insan haliyle başka yerleri de görmek ihtiyacını yaşıyor. Vancouver’in güneyinde bulunan Victoria şehrine gidiyoruz. Burası aynı zamanda British Columbia eyaletinin başkenti
Vancouer’dan yaklaşık iki saatlik bir gemi yolculuğuyla varılıyor Victoria ya. BC Ferries gemileri ile vakti anlamadan doğa harikalarına bakarak karaya ulaşabiliyorsunuz. www.bcferries.com Araç için 40 dolar kişi başına 13 dolar alınıyor. Şayet Lounge bölüm istenirse 10 dolar daha vermek lazım. İçeride çocuk oyun odaları, hediyelik eşya mağazası, lokanta, bilgisayar bölümü bilumum her şey var ama en güzeli hani Göcek’te tekne ile dolaşırken adacıklara bakılır ya. Burada aynı modda ama daha değişik adalara ve çok
şık evlere bakıyorsunuz. İskeleden sonra bineceğiniz bir otobüsle 20-25 dakika sonra Victoria’da oluyorsunuz. Tarihi parlamento binası ve Avrupa binalarını andıran yanında kafeleri, mağazaları hatta Çin Mahallesi ile kendinizi bir film platosunda gibi hissediyorsunuz. İnsanların samimiyeti yiyecek satan her mağazadan size verilen küçük hediyelerle kendinizi bir anda Alice Harikalar Diyarı‘nda zannedebiliyorsunuz. Akşam karanlığında o dükkanlardan dökülen renk ışıltıları Noel parlaklığı tam film tadını yaşattı bana. Hani bir de ufak kar taneleri serpişse tam film diyecektim. Victoria’da yemek için şehrin orta yerinde Douglas Caddesinde olan The old spagetti Factory’de karar kıldık. Tam seçim yermiş içerisi daha ziyade ailelerin geldiği tipik Amerikan restaurantı tarzındaydı. İlk önce çorbalarımız geldi.
İçine sanki manavda ne bulmuşsa konmuş denecek kadar fazla sebze vardı. Tadı acısı var ya ayıp olmasa bir tabak daha istenecek gibiydi. Çorbadan önce masaya gelen kendi hazırladıkları ekmek ve tereyağını atlamamak gerek. Ana yemek olarak yediğimiz spagetti ise yıllarca belleğimde yer edecek gibi. Tarihi bir restaurant olan  The old spagetti Factory’de menü halen 1897’den beri aynı. www.oldspaghettifactory.ca  veya www.osf.ca

Kısaca dolu dolu bir Vancouver yaşadım arkadaşlarımın sayesinde sağ olsunlar beni ciddi anlamda gezdirdiler, yönlendirdiler şuna da inandım ki insan nerede yaşarsa yaşasın önce kendine sonra çevresine saygılı olmalı, kurallara uymalı hiçbir yaptırım düşünmeden. Neden bizim ülkemizde bu ayrıcalıklar yok neden hep kendimiz için yaşıyoruz sorularını sordum kendime güncellerce.

Vancouver’a bir daha geleceksem ki gelmek istiyorum. Bu tarih yaz aylarını içermeli.

HEPİNİZE İYİ HAFTALAR..

  • Caner Ural | 22 Kasım 2010
+ yazılar