Gündemin dillerden düşmeyen ve ne yazık ki hep acı ve sıcak kalan konusu ‘Cinayet haberleri’. Bazen televizyon haberlerinin yürek burkan baş konuğu, kimi zaman da gazete sayfalarının arasına sıkışmış, aceleyle okunacak ve mütemadiyen unutulup, hafızalarda kalması istenmeyecek bir hayat kesiti.
“Peki, kim bu insanlar?” İsimleri ve soy isimleri çeşitli harflerle yazılan, yaşadıklarını bütün gören, duyan, okuyanların ‘ahlar vahlar’ arasında gözyaşı döktüğü, sonra tarih ‘in tozlu arşivlerine kaldırılan yarım kalmış hayatlar, biten hayaller, sönen umutlar.
Hepimizin “Bu son, bundan sonra farklı olacak,” dediği ama ne yazık ki sayılarına binlerce yenisi eklenen isimsiz, kimliksiz hayaletler.
“Peki, kim bu ölen ve öldürülen insanlar?” Belki de özünde şöyle sormalı insan kendine ;’Neden öldürürüz ve neden ölürüz ‘?Katillerin duyguları var mıdır, yoksa bir makina soğukluğunda mı her şey? Kurbanların ölürken akıllarından geçen son şey nedir?
Peki, her şey bir plan mıdır yoksa cinnet geçirerek mi öldürür insan? Öldürülen gerçekten istedi mi ölümü, peki öldüren gerçekten hak etti mi artık yaşamak sayılmayacak bir ömrü?
‘Cinnet ve Cinayet ‘arasında bir bağlantı olduğunu söylerler. Cinayet ve cinler arasında da bir bağlantı olmalı sanırım öyle ya kimseye cinler uğramasa nasıl öldürür en can bildiklerini. Sadece reddedildiği için dehşet saçan kocalar, aklını yitirip bütün çocuklarını ve kendini camdan aşağı atan anneler, kendi doğruları uğruna, kendi canını, öz kızını kurşunlayan babalar, abiler, kardeşler.
Hepsinin temelinde yazılı bir söz var, “Bensiz olacaksan, kara toprağınsın.” Cinayet, bencil bir eylemdir. Öldüren de, öldürülen de bütün hayallerini, yaşanacaklarını kaybeder. Ne ölen için bir hayat kalır ne öldürenin yaşadığına hayat denir.
Duyduğumuz ve okuduğumuz bütün cinayet haberlerine elbette üzülüyoruz, sesimizi yükseltiyor bu son diyoruz, öldürülenin son yıllarda çekilen bir fotoğrafını sosyal medya hesaplarımızda paylaşıyor, öldürene lanet okuyoruz sonra hayatlarımızın matematik hesaplarına geri dönüyoruz. Ölenlerin o son fotoğrafı hep aynı yaşlarında kalırken biz yaşıyor, yaş alıyoruz, tabii ki unutarak. Hayat keşke matematik problemlerindeki gibi olabilse, yanlış yaptığımızda yeniden baştan başlayabilsek ama hayat baştan değil, hep kaldığı ve en çok acıttığı yerden devam ediyor.
Gülüşleri, hayatları, umutları solmuş, artık hep aynı yaşta ve sadece tozlu arşiv hatıralarında yaşayan kayıp ruhlar için bir kez daha düşünmeli insan. Cinnet ve cinayet için ve insanlık için bir kez daha sormalı kendine, “Neden öldürüyor, neden ölüyoruz?” Düşünmeli insan, kadın ya da erkek olarak değil sadece insan olarak sorgulamalı, bütün farkındalıklara fark yaratmak için, sessiz çığlığın sesi olmak için, bir kişi daha eksilmek yerine, bir kişi daha fazla olmak için hadi şimdi bir kez daha düşünün. Gördüğün, okuduğun, izlediğin hepimizin başına gelebilir. Asla “Beni sokmayan yılan bin yaşasın,” deme; o yılan mutlaka seni bulur. Ne ölmek çözüm ne öldürmek, herkesin gidecek bir başka yolu mutlaka vardır. Eşi tarafından reddedilen kardeşim, bu evlilik son değil; giden sevgiliye üzülen, kendine yediremeyen delikanlı, bu sevgili ilk değildi, son da olmayacak; el âlem ne der diyen baba, kızın öldüğünde yanında kimse olmayacak.
Unutmayalım, hiçbir şey başkasının hayatı kadar önemli değildir ve hiç kimse kendi hayatımız kadar önemli değil. Ne ağlamalı ne ağlatmalı insan.
Güzel bir Cem Karaca şarkısıyla yazımı noktalıyorum;
“Bugün sen çok gençsin yavrum,
Hayat neşe, ümit dolu,
Mutlu günler vadediyor sana yıllar ömür boyu,
Ne yalnızlık ne de keder, üzmesin seni,
Doğarken ağladı insan, bu son olsun bu son.”
- Zeynep Çay | 19 Aralık 2020