Empati yoksunluğu, ‘çağın vebası’ sanırım. Herkes, büyük bir hızla birbirini karalamanın yollarını arar olmuş. Nasıl da seviniyorlar, biri tökezleyip düştüğünde. Nasıl da mutlu oluyorlar, bir başkasının düşkünlüğüne, mutsuzluğuna.
Her şeyin kaynağında derin bir sevgi eksikliği yattığının kanaatindeyim. Küçük yaşta takdir görmeyen çocuklar, büyüdüklerinde başkalarının başarısızlığında, büyük bir tatmin duygusu yaşıyor. Boyuyorlar her gün kendi mutsuzluklarını, sahte renklere. Başkalarının mutsuzlukları üstüne, balon mutluluklar yaratıyorlar ve bu hastalıklı düzende kendilerini haklı görüyorlar.
Bir başkasının hayatını, işini, eşini, çocuklarını, annelik ya da babalığını, yaşam felsefesini, yaşayışını, giyim tarzını eleştirmek sahteleştirilmiş bir mutluluk veriyor onlara.
Ellerinde oyuncak zaferleri, sahte mutluluklarıyla kendi küçük, karton dünyalarında ‘oldum’ zannediyorlar.
Hayat, hep ileriye doğru akan, sürekli deneyimlenmesi ve öğrenilmesi gereken bir süreç. Bu süreçte, bir başkasını eleştirmek kişinin kendi öz benliğine ne tür bir gelişim ve değişim kazandırabilir? Herkes, ne kadar meraklı birbirine o ilk taşı atmak için. Oysaki düşünüldüğünde hangimizin yaşayışı ve insanlığı o ilk taşı atacak kadar mükemmel? İnsan, var olduğundan beri hata eden, değişen, gelişen, yaşayan bir varlık. Mükemmellik, her zaman aranır ama hiçbir zaman bulunamaz. Hayatın sırrı; sürekli ara, çalış, azim et ve yaşa.
Bu hafta, bir annenin anneliği sorgulandı. Başka anneler, başka kadınlar tarafından. Yine kurdu olduk birbirimizin. Bir annenin, kızının genç kızlığa adımını kutlamak için gösterdiği coşku yine fazla geldi başkasının mutsuzluğunla beslenen vampir zihniyetlere. Yine tırnaklarını çıkarıp, kan istediler. Bu olayın dışında binlerce kötülük, nankörlük, savaşlar, dökülen onca çocuk ve insan kanı varken hem de. Bırakın artık, rahat bırakın, dönsün dünya.
Herkesin anneliği, babalığı, insanlığı kendine efendim. Siz bir aynaya bakın, ne demiş Rumi;
“Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır.”
- Zeynep Çay | 23 Ocak 2021