Herkese merhaba ve iyi hafta sonları, biliyorum birçoğumuz çok sıkıldı bu hafta sonu yasaklarından hele ki dışarıda pırıl pırıl baharı anımsatan bir hava varken parklar, caddeler, sahiller boş kaldı ama kendimizin ve sevdiklerimizin sağlığı ve güzel yarınlarımız için biraz daha sabretmeliyiz.
Aslında bu hafta sizin için başka bir yazı yazmıştım. Tam bilgisayarımda yazımla baş başa vermişken, çok sevdiğim arkadaşım Emre’den bir mesaj aldım. Halimi hatırımı sormak için mesaj atmış can arkadaşım, sağ olsun. Malum bu süreçte kim ne durumda olur, bilmiyoruz. Emre de sıkılmış bu durumdan, “Sadece monotonluktan kurtulayım diye spora başladım,” dedi.
Yazışmalarımız bittikten sonra, yazışmalarımızı düşündüm ve size bu yazıyı yazmaya karar verdim. Bilmiyorum, sadece bana mı böyle oluyor ama geçmişe inanılmaz takıntılıyım bu günlerde. “Bu kötü bir şey ama,” diyenlerinizi duyar gibiyim. Gülümsüyorum şu an size. Tam olarak öyle demek istemedim aslında, ‘takıntı’ kelimesi rahatsız ediyor belki de çoğumuzu. Takılı kalmak, tekrar etmek, bunlar hep gerileten şeyler biliyorum; oysaki hayat hep ileriye doğru akıyor azizim. Ne demişler; “Geriye doğru bakarsan, yürüme yoksa düşersin.”
İleriye doğru filiz verirken aslında toprağı düşlemek gibi bir şey bu benimkisi. Tohum olduğun günleri özlemek. Geçmiş güzel günlerini kim özlemez ki, öyle değil mi? Bu kimsenin yaşlanmak istememesi gibi bir şey çünkü ruh hiç yaş almıyor ve cennete gitmeyi istemek ama hiç ölmeyi istememek gibi bir şey.. Bebek olduğumu düşlüyorum mesela, ilkokula yeni başladığım yılı, belki de yeniden âşık olmalıyım çünkü çoğumuz özlüyor bunu.
Şimdi telefonumuzda bir sürü çağrı birikti, bir sürü okunmamış mail var, aramak zorunda olduğumuz bir sürü insan, yapılmak zorunda olunan bir sürü iş. Düşünün, en son ne zaman ağzınıza burnunuza yapışa yapışa bir pamuk şeker yediniz? Gülümsediniz, değil mi? Karşımdaki saat sürekli tik tak, ömür hep koşuyor. Geçmişe özlemlerimiz bundan sanırım hep küçülmek için, belki de kaybolmak çünkü hiç olursan var olursun. Bütün varlıklar hiçlikten gelir. Bazen görünmez olmak ister insan, bütün her şeyi görebilmek içindir aslında. “Annem 250 yaşına gelsem televizyona çıkabilir miyim diyor?” Komik belki de ama olmayacağını biliyor yine de istiyor, görünmez olmak gibi işte. Kimse sonsuza kadar yaşayamıyor, krallıklar bile. Önemli olan sonsuz değil, mutlu olan diyenlerinizi duyar gibiyim ama cevap hayır, sadece ’mutluluk’ değildir, hayat sadece yaşamaktır. Düşünün, en son ne zaman öylesine gezdiniz şehrinizin sokaklarında? Mesela İstanbul’da yaşıyorsanız öyle hiç amaçsız durup bir deniz kıyısında çektiniz mi burnunuza yosun kokusunu? “Şimdi bir rakı olsa, yanında da bir dost muhabbeti,” dediniz mi? Sarayburnu’ndan Marmara’ya baktınız mı hiç? Denize ağ atanları izlediniz mi, balık tutanların gayretini, oltadaki balığın çırpınışını gördünüz mü? Bakıp mor lacivert sulara, “Denizlerin kumuyum kumuyum, balıkların puluyum puluyum,” dediniz mi? Kaldırdınız mı bütün kadehleri içinizdeki Cevriyelere? Amaçsız dedimse kırılmayın, ‘yaşamak’ için. En büyük amaç değil mi yaşamak, en güzel şey değil mi nefes almak Televizyon haberlerindeki bütün covid hastaları “Ne güzel şey nefes almak, bunu çok iyi anladık,” diyor. Siz ne zaman durup düşündünüz, yaşıyormuş gibi yapmadan ne zaman gerçekten yaşadınız ve yaşıyorsunuz?
Fanustaki balıklarız hepimiz, okyanusları özlüyor ama korkuyoruz. Hepimiz yaşıyormuş gibi yapıyoruz, çağın laneti üstümüzde. Bırakın hayatınızın mış’lı, miş’li masallarını derinlerine kadar gerçekten yaşayın. Unutmayın ki bütün sular okyanusa dökülür. İliklerinize kadar yaşayın yanılsanız ve üzülseniz de. Korkmayın, yaşanmış gibi oynanan bir hayat yerine gerçek bir hayata merhaba deyin, geç değil, yarını bile beklemeden şimdi yapın bunu.
Bu hafta sevgili Ece Temelkuran’ın, ‘Bu da Geçer’ kitabını okudum ve Ececiğimin çok sevdiğim bir cümlesiyle bitireceğim yazımı;
“Tam da bu yüzden büyük öyküler tıpkı bütün büyük hayatlar gibi, ya birinin kapıdan çıkıp gitmesiyle ya da kapıdan birinin girmesiyle başlar.”
Geçmişi düşünüyorum şimdi, İşkodra’da onunla çay içtiğimiz zamanı ve Ece’nin sözlerini dinliyorum. Özlemek ve yaşayamamak yerine kucak açıyorum gerçekten yaşanası bir hayata.
Yaşanası hafta sonları diliyorum size efendim kucak dolusu.
- Zeynep Çay | 07 Şubat 2021