Güzel bir hafta sonu daha, kar kapıda bahar gelecek derken kara kış geri döndü. Peki ya kalpleriniz ne durumda? Malum aşk rüzgârı esiyor, Pazar günü 14 Şubat. Aziz Valentin’e selam olsun, diyelim ve başlayalım yazmaya, ne yazacağız ‘Aşk’ mı? Aşkı yazmaya değil, yaşamaya ömür yeter mi?
Uğruna krallıklardan vazgeçilen, kıtalar aşılan, imparatorluklar biten bir olgu ‘Aşk’. Sanırım bir çeşit hâllenme durumu. Öyle güçlü esen bir rüzgâr ki kapılıp gitmemek, oyununa gelmemek elde mi? Bir kere katılınca insan bu oyuna, masadan kalkmak öyle kolay olmuyor; mağlup olsa da, sonunu bilse de defalarca oynanıyor bu oyun. Bile bile, üstelik yine yeniden isteye isteye. Ömür bitiyor ‘aşk’ bitmiyor.
Başlamak bir dert, bitirmek bir dert, sürdürmek başka bir dert. Kimileri bir çeşit hastalık hali diyor, kimileri bir anlık bir kalp heyecanı ama ne olursa olsun bir kez bile tadılmadan geçen bir ömür ömürden sayılmıyor bana göre. Onun için önünde eğiliyor imparatorlar, krallar, bütün otoriteler.. Bütün doktrinlerden ileride aşk, hukukun çok ötesinde ve mantığın tamamen zıttında. İnsanca ama bir o kadar çılgın. O kadar tekinsiz ki her an, her şey mümkün. Âşık bir insanın yapmayacağı şey yok bu dünyada, onun için kimi zaman tehlikeli bir duygu tıpkı dedikleri gibi ‘ en çok seven öldürür sevdiğini.’ Belki fiziksel değil bu öldürüş ama sevmeyerek, istemeyerek, acı vererek de öldürür insan. Sevgisizlik her şeyin bedeli, aşk ise en çılgın duyguların, en ateşli arzuların, vazgeçilmez duyguların atası.
Onun içindir galiba Davy Jones bile bile kalbini sökmüştür çok sevdiği Calipso için. Onu on senede sadece bir kez görebilmek uğruna kalbinden vazgeçebilecek kadar gözü kördür aşkın, korkusuz ve isyankârdır. Eğer, aşka inanmayanlardansanız yazdıklarıma gülebilirsiniz, mantık kurallarınız sizi sarmalar kendinizi güvende hisseder ve bu duygulara kapılmadığınız için şükredersiniz ama ya aşkın bir kez olsun bile kapınızı çalmadığı bir hayat hiç yaşanmamışsa eğer. Hiç düşündünüz mü?
Tanrı Zeus’un, sofrasına düşen altın elmanın sahibi olmak isteyen üç kadın, Truva prensi Paris’e sorarlar; “Elmayı hangimize vermek istersin?” Hera zekâ, Athena başarı, Afrodit ise dünyanın en güzel kadınını vadeder Paris’e.
Genç Prens, düşünür ve şöyle der; “Ben başarılı olabilirim, çok zeki de olabilirim ama hayatımda ‘aşk’ yoksa eğer, her şey biraz eksik kalır bu yüzden elma senindir Afrodit.” O günden sonra, Afrodit ‘güzellik tanrısı’ olur ve sözünü tutar. Paris’e dünyanın en güzel kadını Helen’i ve aşkı sunar, bu aşk Truva’nın yanmasına neden olsa da tarihe yaşanan en büyük aşklardan bir tanesi olarak geçer, hikâyesi yüzyıllar boyunca âşıklara yol gösterir.
Söylediğim gibi ‘Aşk yürek işidir.’ Yakar, yıkar, kül eder ama insana yaşadığını hatırlatır. Kalbinin hâlâ atabildiğini hissedersin.
Ne demiş Hüsnü Arkan;
‘Aşk yangın, bırak tutuşsun aklım,
Aşk aydınlık, kalbimde yanan ışık’.
Mutlu, güzel, aşk dolu günler dilerim hepinize. Dışarda soğuk hava, kalpler sımsıcak olsun.
- Zeynep Çay | 13 Şubat 2021