Bir haftayı daha geride bıraktık ve hafta sonunu kucakladık. Artan vakaların ciddiyetiyle beraber, cumartesi günü de yasaklı günler kervanına tekrardan eklendi.

Çok sıkıldık, bitmeyen bir kâbusun hatta bir film senaryosunun içinde hissediyoruz kendimizi doğru ama ne gelir elden maalesef ki yasakların biraz gevşetildiği zamanlarda toplum olarak kurallara ne yazık ki uymuyoruz artan vakalar bu durumu gösteriyor. Hâlâ maskenin koruyuculuğu tartışan bir topluluk var ve hâlâ tıklım tıklım toplu taşıma araçlarına binmeye çalışan vatandaş ve bu kuralı göz ardı eden binlerce şoför var bu ülkede. 

Ne yazık ki hepimiz, bir rahatlık ve vurdumduymazlık peşindeyiz, öyle bencil ve benci olduk ki kendi zevklerimiz, kendi lükslerimiz ve rahatımız her şeyin ve herkesin önünde gelir oldu. Bana göre insanlığın farkında olmadığı ince bir çizgi var, o da bir savaşta olduğumuz gerçeği. Bizi ve sevdiklerimizi çok kolay öldürebilecek, rahat şekil değiştirebilen, görünmez bir karanlıkla savaşıyoruz ve bu savaşın ne kadar süreceği bilinmiyor. Hâlâ her şey bu kadar bilinmezlik içindeyken insanların kendi rahatları ve lüksleri uğruna yaşamlarından, zevklerinden ödün vermiyor ya da vermek istemiyor olmalarını kaldıramıyorum ve anlam veremiyorum. Burada ‘akıl ve mantık’ aramak bu kadar akılsızca bir işken sanırım ‘vicdan ya da adalet’ aramak bir o kadar ahmaklık gibi geliyor bana. İnsanlar çoktan kapatmış vicdanlarının kapılarını, birbirlerinin yüzlerine bile bakmaktan çekiniyorlar, insanlar artık birbirleriyle konuşmuyor, birbirlerine değmiyorlar, dokunmuyorlar; yalnızlaştı insanlık, duyularını kaybetti, teknolojiye ayak uyduracağım diye mekanikleşti, robotlaştı, giderek duyguları birer makineye dönüştü; duygusuz, ruhsuz, kalpsiz oldu insanlık. 

Herkes son model telefon almanın hayaliyle tutuşuyor, önceden sadece bir konuşma aracı ‘telefon’ şu an beyinlerimizi bile ele geçirmiş durumda ve bana göre uyuşturucudan bile daha tehlikeli. Eskinin ev, bir kaç yıl öncenin araba fiyatına satılıyor bu telefonlar ve birçok dar gelirlinin bile elinde çünkü etiket dünyasının kuralları böyle. Yıllar önce Nasrettin Hoca ‘ye kürküm ye’ diyerek çözmüş bu işi. Elbette mesele kimsenin lüksüne, zevkine, isteğine karışmak değil ama aç insanlar var ve ekonomi bu salgınla beraber daha da kötüleşmeye ve hassaslaşmaya başladı ve belki de daha da kötüleşecek. Bir pantolon, bir kazak, bir çizme ya da epey para ödenen kozmetik malzemeleri bunlar şu an bizim için ne kadar önemli? Eminim ki, hepimizin dolabında hiç giymediği ve hiç giymeyeceği bir sürü kıyafeti var ve birçoğunun etiketi üstünde, hiç giyilmemiş ama hala gözümüz yeni bir kazak da bir başka çizmede. 

İnsanoğlu, yalnızlaştıkça dostlarının yerini nesneler almaya başladı. ‘Telefon’ aldı masadaki dost sohbetlerinin tadını, komşuluk bitti, evler katlandı, soğuklaştı artık pencerelerin önünde çiçek bile yetişmiyor, kurak artık bütün kalpler yeşermiyor. 

Ailemle yediğim bir akşam yemeğinde, babam apartman görevlimiz bir kadından bahsetti, bizim apartmandan ayrıldıktan sonra iş bulamamış, “N’olursun bey, merdivenlerin kıyısını bile silsem çocuklarıma ekmek götürürüm,” demiş. Bir yumru oluştu boğazımda babam anlatınca. Kimi ekmek derdi kimi alış veriş derdi ve zıt ne tezat dedim ama düşününce daha büyük bir tehlike vardı önümüzde birçok insanın görmediği ve düşünmediği ‘ekonomik hassaslığı ve dengesizliği görememek’. Bugün yemeğimizin olması demek hep olacağı anlamına gelmiyordu. Bu hayat üstündeki bütün dengeler değişkendi ve hayat içinde her şey yaşanabilirdi. Tekrar düşündüm ve sonra tekrar, birçok kez düşündüm. “Evet, hiçbir şey eşit değildi ama tek bir insan bile düşünce şeklini değiştirirse insanlık için büyük bir adım demekti.” Önce kullanmadığım ne varsa topladım, bunlar bir başkaları için en değerli şeyler olabilirdi ve bir karar aldım. Uzun bir zaman gerçek ihtiyacım olanların dışında bir şey tüketmeyeceğim, bunun aksine üreteceğim ve hemen tohumlar aldım, ekeceğim, büyüteceğim. 

Siz de düşünün tüketmek mutlaka bir gün yok etmek demek ama üretmek hep çoğaltmak, çoğalmak demek. 

Mutlu ve çoğul yarınlar olsun hepimize. 

Zeynep Çay | 04 Nisan 2021

Website | + yazılar