Sevgili okuyucular, şimdi uzaklardan çok uzaklardan yazılan bir dizi yazı okuyacaksınız. 

Kol saatim şu an 16:24, yaşadığım şehrin üstüne hafif hafif akşam güneşi çökmeye başlamıştır. Ne güzeldir şimdi boğaz içi, Galata, gök kubbeye uzanan minareleriyle İstanbul. Ne garip içindeyken bin bir çilesine sövülen ama uzaklaşıldığı an bu kadar özlenen bir başka şehir tanımadım hayatımda. Şimdiden özledim bin bir rengini, dilini, kokusunu. 

Şehrimin güzel insanları, bu yazımı büyükçe bir uçağın sağ kanat koltuğunda yazıyorum. Ufak penceremden baktığımda püf püf bulutlardan başka ufuk da gözüken pek bir şey yok. Sıra sıra geçiyor aldatıcı bulutlar. 

Dev bir metal kutunun içinde, birbirine bağlı ama bir o kadar da birbirinden bağımsız birçok insanla 35.000 fit yükseklikte uçarken yine geçmişi düşünüyorum, bir an bu boşlukta gözlerimi kapatıyorum geçmiş ve gelecek birbirine karışıyor. Öyle değil mi zaten ne geçmiş var ne gelecek artık elimizde sadece bu an sadece şimdi. Bulutlar anlatıyor her şeyi, puf puf bir orman gibiler sanki yürünebilir, üstüne atlanıp yatılabilir sahteciliğinde uzanıyorlar İstanbul’dan New York’a uçan uçağımızın önünde. 

Çocukluğum, gençliğim bu zamanlarda çıktığım kırlar, topladığım papatyalar, üflediğim karahindibalar, çocukluğumuzun ölümsüz kahramanları. Şimdi durup düşünün birileri hep kırmıştır kalbinizi bazen istemeseler de yapmışlardır çünkü yeri gelince kendinden başka olana bencil hep insan. 

Bazen sizi seveni siz sevmemiş, sizi sevmeyen için de dövünmüş, çırpınmışsınızdır. Bazen de zaman yanlış olmuştur ya da siz olmamanız gereken bir yerdesinizdir ya da öyle hissetmemiş, öyle düşünmemişsinizdir. Bunları düşünüyorum metal kutunun içinde, oldum olası sevmem uçakları korkumdan değil, istatistiklere göre en az uçak kazaları olur, sadece bende bıraktığı hissi sevmem uçakların çünkü sürekli bir şeyleri düşünmeme neden olur uçak zamanları ve ben bazen düşünmeyi değil unutmayı isterim. Sanırım şimdi de böyle zamanlar. Unutmalı!!! Ama böyle zamanlarda çıkar masal âleminden o çocuk Zeynep, gelir oturur yanıma hep anlatır hep anlatır. Öyle çok seviyorum ki o çocuk Zeynep’i. Bak yine o çok sevdiği yeşil elbisesini giymiş, başında hasır şapka, tutmuş anneannesinin elinden. Olmamış kötü olanlar henüz, kimse ölmemiş, aldatılmamış; Zeynep, kırılmamış ve hiç incitmemiş henüz. 

Geçiyor gözümün önünden anılar, söylenen sözler. Ey gençlik pınarı uğruna geleceğini heba edenler.. Ben biliyorum ki, gerçeğini yaşamaya korkan sahtesine mahkûm olmak zorunda. Biliyorum ben sevgili okuyucular bazen bizde de yanlış bir şeyler vardı diyorum, hani biz pelerinler dikiyoruz ruhumuzun kahramanlarına oysa bütün ruhlar çıplaktır biliyor ama unutuyoruz. Şimdi küçük Zeynep oyun oynaya çağırıyor beni, “Olmaz diyorum, işim var bir yazı yazmam gerek.” Sonra gözlerimin önünde yine kirli suyunda parıltıları arıyor. Sahi aynı İstanbul’un ışıkları gibi, Işıl Işıl çocuklukta ki gibi. O sırada bir mail annemden canımın içi çok özleriz biz ve bir fotoğraf yıllar önceye ait, altında bir not, keşke dönsek o günlere. Bakıyorum bulutlara, bakıyorum ufaka doğru, hızla gidiyoruz New York’a.

NOT: Kirli Suyunda Parıltılar, Redd’in bir şarkısıdır.

  • Zeynep Çay | 03 Mayıs 2021

Website | + yazılar